20 Ocak 2013 Pazar

A Royal Affair (Yasak Aşk) (2012)

Yasak Aşk

Amour” dışında yabancı film dalında en kuvvetli Oscar adayı görünen Yasak Aşk, yaşanmış olaylardan beyazperdeye aktarılmıştır. Türkiye’de 20 Temmuz’da gösterime giren proje, senaryo ve oyuncu kadrosuyla göz dolduruyor. 131 dakikalık dram, tarihi, romantik türlerini kapsayan Danimarka yapımının yönetmen koltuğunda Nikolaj Arcel oturuyor. Senaryoyu Nikolaj Arcel ve Rasmus Heisterberg Bodil Steensen-Leth’in “Princess af blodet” adlı romanından beraber uyarlamışlardır. Nikolaj Arcel’i “Ejderha Dövmeli Kız”ın senaristi olarak hatırlayabilirsiniz; tabi orijinal olanından bahsediyorum! Mads Mikkelsen, Alicia Vikander, Mikkel Boe Folsgaard, David Dencik, Trine Dyrholm da oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar. 6 milyon Euro bütçesi vardır.

Danimarka Kralı VII. Christian 18. yüzyılda akli dengesi yerinde olmayan bir kraldır. Uçuk kaçık hareketleri, alkole ve kadınlara düşkünlüğü nedeniyle yönetimle hiç ilgilenmez. Konsey de onsuz dilediği gibi ülkeyi yönetmeye devam eder. Çok kötü sonuçlar doğursa da kimse halkı ve köleleri düşünmez. Christian, politik çıkarlar doğrultusunda İngiltere prensesi Caroline ile evlenir. Lakin evlilik hayalindeki gibi gitmez. Christian için özel doktor bir türlü bulunamazken köy doktoru Friedrich Strensee kralın hem doktoru, hem en yakın arkadaşı hem de danışmanı olur. İşin entrika dolu kısmı ise Caroline ile doktor arasındaki yakın ilişkidir!

Yasak Aşk adına bakıp filmin konusunu sadece saray içindeki gizli bir aşk olarak değerlendirmeyin. Dönemin tüm siyasi ve sosyal problemleri projede çok etkili şekilde anlatılıyor. Hatta zaman zaman filmin adı arka planda kalıp, Danimarka’nın geçmişte yaşadığı sıkıntılar, Aydınlanma Dönemi’ne ve fikirlerine rest çekişi öne çıkıyor. Hatta o dönemde nelerin yasak olduğunu, kimlere neden ve nasıl davranıldığı da belirtiliyor. Kralın akli dengesi yerinde değil diye yönetimi üvey anne ve konsey üyeleri kendi çıkarları doğrultusunda, insan haklarından uzak şekilde yönetiyorlar. Acımasızlık hat safhada, ilerlemek içinse adım atmak şöyle dursun, geri geri gitme hevesi var. Senaryo bu açıdan tatmin edicidir. Bir ülkenin 18. Yüzyılda yaşadıklarını ekranda seyretmek (ne kadar tarafsızdır, bilemem) hayli keyifli geldi.

Karakter detaylandırmalarında doktor ve kral çok güzel irdelenirken, kraliçe Caroline’e bir türlü ısınamadım. Ne iyi ne kötü bir karakter olarak yansıtılıyor. Tam ortada kalmış. Karakterin kendisi zaten ikilem içinde; bir yandan çocukları ve şanı diğer yanda aşkı. Lakin kendini öne atamayan, derdini açıklayamayan bir ruh halinde. Ele alınışta yetersizlik var.
Mekan, dekor, kostüm tasarımı dönem filmine göre hayli başarılıdır. Rahatsız edici tek şey kraliçe Caroline’in makyajı! Gençliğini, güzelliğini ve saflığını göstermek adına yanaklar ve dudaklar pembeye boyanmış. O kadar tarihi film seyrettim, bu kadar yanak ve dudakta makyaj görmedim.

IMDB’den 7.6, Rotten Tomatoes’tan da 89 alan proje, Berlin Uluslararası Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ve senaryo dallarında Gümüş Ayı aldı. Skandal öykü daha önce pek çok kitaba, tiyatro oyununa konu olmuştur. Seyretmeye değer olduğu şüphesiz. Gelen eleştiriler bu yönde ilerliyor.

VII. Christian’a hayat veren 1985 Danimarka doğumlu Mikkel Boe Folsgaard, en göz doldurucu performansa sahipti. Film boyunca karakterden hem nefret ediyorsunuz, hem acıyorsunuz. Performansı o kadar tesirli ki (özellikle hastalıklı gülüşü) film bittiğinde aklınızda en çok onun sahneleri kalıyor. Berlin Film Festivali’nde de bu performans taçlanıdırılıyor neyse ki. Kasaba doktorunu canlandıran 1965 Danimarka doğumlu Mads Dittman Mikkelsen ise “The Hunt” filmiyle Cannes Film Festivali’nden en iyi erkek oyuncu ödülünü almıştı. Folsgaard’a göre daha tanındığı ve tecrübeli olduğu aşikar. Zaten film boyunca bu tecrübe ekrana da yansıyor. Kısa filmlerle beraber 40’a yakın projede yer almıştır. Sevemediğim tek oyuncu 1988 İsveç doğumlu Alicia Vikander’dir. Natalie Portman’ı andırdığı için sanki o rol verilmiş. Elinde o denli etkin bir karakter varken ne duygusunu yansıtabildi ne de hikayeye yeterli katkıda bulundu. Üvey anneyi de “In a Better World” filminden hatırlayabilirsiniz. Trine Dyrholm, yardımcı rolde marifetini doyasıya gösteriyor.


6 yorum:

  1. Bir türlü izleyemediğim ancak izlemek istediğim bir film.Genelde Anna Karenina ve A Royal Affaır tarzı filmler hoşuma gitmiyor ancak izlemek lazım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anna Karenina'yı da izledim. Tek sebep Oscar adayı olmasıydı. Fakat A Royal Affair daha başarılı geldi. Amour'la yarışması zor tabi.

      Sil
  2. Şu ana kadar izlediğim en iyi filmlerden biri gerek senorya gerek oyunculuk olsun çok çok iyi .Alicia Vikender için genelde yorumlar olumsuz ancak eşinin durumu ve yaşadığı yasak aşkın etkisiyle baskın olamıyor bence .Oscar onun hakkıydı ,Amour bu filmin yanında daha sönük ve ucuz kaldı .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vikender'e ısınamadım bir türlü. Dediğiniz gibi karakterden de kaynaklanabilir bu durum. Filmin en çok aşktan öte o dönemi yansıtması beni tatmin etti.

      Sil
  3. Şu ana kadar izlerdiğim en iyi filmlerden .Gerek seneryo gerek oyunculuk,kostüm herşeyiyle çok başarılıydı.Amour da elebette iyidi ama bu filmin yanında sönük ve ucuz kaldı Oscar A Royal Affair'e gitmeliydi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlatım ve tarzıyla kıyaslama haksızlık aslında. Amour ve A Royal Affair'in anlatmak istedikleri ve anlatım biçimleri çok farklı. Amour'un adı yanında Danimarka yapımının öne çıkması zordu.

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...