Uzunluğu nedeniyle hep ertelediğim Rosemary’s Baby’e sonunda kavuştum. Kendi türündeki
klasikler arasında öncülüğünü koruyan 136 dakikalık gerilim/ psikolojik
gerilimi hala seyretmediyseniz vakit kaybetmeden koltuğa oturmanızı dilerim.
Ira Levain’in aynı adlı romanından Roman Polanski uyarlamıştır. Yönetmenliğini
de Polanski’nin yaptığı ABD yapımının baş rollerinde Mia Farrow, John
Cassavees, Ruth Gordon, Sidney Blackmer yer alıyorlar. 3,2 milyon $ bütçesine karşılık
33 milyon $ hasılatla kendi döneminde tüm dikkatleri üzerine çekmiştir.
Kariyerinde yükselmek için yoğun
çaba sarf eden Guy, güzel eşi Rosemary'le New York’a taşınır. Eski bir binada
daire kiraladıklarında komşuları yaşlı çift Castavet’le tanışırlar. Her açıdan
bu genç çifte yardımcı olan Castavetler’in yoğun ilgisi bir süre sonra
Rosemary’i bunaltmaya başlar ve şüphelendirir. Fakat kocası Guy bu durumdan hiç
rahatsız olmaz. Rüyasında şeytani bir varlık tarafından tecavüze uğradığını
gören Rosemary, gerçek hayatta da hamile kalır. Genç kadın çıkmaza girer.
Klasikler arasına girmeyi
fazlasıyla hak eden bir filmle karşı karşıyayız. Her açıdan seyirciyi
geriyor, bunaltıyor, rahatsız ediyor. Krzysztof Komeda’nın yaptığı müzik
çalışmaları gerilimi katlıyor. Mekan, dekor, kostüm detayları gerilim
için ne gerekiyorsa hepsini karşılıyor. Kullanılan renkler, kamera açıları,
gölgelendirmeler huzurlu bir ortamı anında kasvetli yapıyor. Özellikle
Rosemary’nin sürekli kullandığı sarı renk dikkat çekiyor. Rosemary’nin huzur,
sakin, masum olduğunu simgelerken bir süre sonra bunaltmıyor değil. Belki de
sarı renkle aramızdaki geçimsizlik bana böyle yansıttı. Rosemary’nin kostümleri
ise 1960lı yılların sonuna damgasını vurmuşken hala etkisini koruyor. O kadar
zevkli ve saf bir dolap döşenmiş ki her yeni sahnede ondan önce kostümlerine
bakıyorsunuz. Sarı renkle beraber mavi ve beyaz tonlarını da kullanan genç
kadın, her daim saf ve temiz duygular beslediğini kıyafetlerine de yansıtıyor.
Evdeki duvar kağıtları, çocuk odası, havlular, nevresim takımları her yer, her
şey sarı renkte. Bu elbette bilinçli bir seçim de olsa hafiften gına getiriyor. Saç şekli ve makyaj ise çok etkileyiciydi. Hikayenin gidişatına göre görüntünün bu kadar ön planda olması, daha doğrusu yönetmenin bu detaylarla ilgilenmesi filme bağlanmanızı tetikliyor.
Senaryoya gelindiğinde ise
aklımda kalan tek şey şüphe! Şüphe içinize işliyor, Rosemary’le beraber
tırnaklarınızı kemirmek istiyorsunuz. Bir onun yanında oluyorsunuz bir
diğerlerinin yanında. Her iki tarafta da o kadar kuvvetli deliller var ki arada
sıkışıp kalıyorsunuz. Yıllardır süresi uzun diye seyretmezken, vaktin nasıl
geçtiğini bile anlamadım. Film bittiğinde tüm yaşanılanlara sorgusuz sualsiz
inandım, asla “saçma” veya böyle şeylerin yaşanmayacağı düşüncesi aklıma
gelmedi. Kilit nokta da belki buydu. Tabi inandırıcılıkta ve gerilimde Roman
Polanski’nin başarısını untumamak lazım. Senaryoyu da kendi uyarladığı için mi
bu denli etkileyici olmuş yoksa kitabın kendisi buna yeterli miydi, bilmiyorum.
Unutmadan, Rosemary’s Baby Polanski’nin ilk ABD Yapımı filmidir. Mia Farrow ve
John Cassavates de Polanski’nin ısrarla istediği oyunculardı.
IMDB’den 8, Rotten Tomatoes’tan
da 98 alan klasik, pek çok dalda ödül aldı ve aday gösterildi. En önemlileri
ise şöyle: En iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar ve Altın Küre ödülü, en iyi
uyarlama senaryo Oscar ve Altın Küre adayı, en iyi müzik ve kadın oyuncu Altın
Küre adayı. Filmin ardından 1976 yılında “Look What's Happened to Rosemary's
Baby” isimli teelvizyon filmi çekilmiş ve Ruth Gordon aynı rolüyle filmde yer
almıştır.
Filmin tartışmasız en göze çarpan
oyuncusu 9 Şubat 1945 ABD doğumlu Mia Farrow’dur. Doğum günlerimiz (yıl hariç
tabi ki) aynı olduğu için ona karşı ilgim ayrıdır J Frank Sinatra’nın eşi olan
Farrow’a bu filmde oynaması için teklif geldiğinde Sinatra çok sinirlenir ve
boşanma davası açar. Polanski bir şekilde Farrow’u ikna eder. Rosemary
karakteri Farrow’un önünü açar ve 45’ten fazlası film olmak üzere pek çok projede
yer alır. Frank Sinatra’dan ayrıldıktan sonra Andre Previn’le 9 yıllık bir
evililik yaşar. Bu evliliğin ardından da Woody Allen’le 12 yıllık bir
beraberliği olur. İnsan hakları savunuculuğu yaparak hayatını çocuklara adayan
Farrow, Allen’la birlikte evlatlık aldıkları çocuklardan birinin Allen’le
ilişkisini öğrenince ondan ayrılır. UNICEF’le beraber çalışan Farrow’un 15
çocuğu vardır. Bu çocukları evlat edinmiştir.
işte bu benim filmim!! kaç defa izledim inan hatırlamıyorum.
YanıtlaSilher şey o kadar iyi ki bu filmde neyi övsem bilemiyorum.oyuncular müthiş.özellikle ruth gordon etkiledi beni.tek başına bile bir gerilim filmini kotarabilir.pasta yiyişi, sürekli rol çalması, abartılı makyajı...hiç aklımdan silinmeyecek.
polanski'nin ''apartman üçlemesi''nin 2. filmi bu.diğer iki filmi de (Repulsion ve The Tenant) izlemeni tavsiye ederim :)
Önerini dikkate alacağım, teşekkür ederim yorumun için :)
SilBen bu filmi çooooook merak ediyorum yahu, yukarıda Poliganum'un dediği üçlemeyi hele hele.
YanıtlaSilYorumlayan klavyene sağlık Fatmacan.
Benim gibi çok geç olmadan seyretmelisin bence. Poliganum da başarısını belirtmiş. Önce Rosemary's Baby, sonra üçlemenin devamı. Gerçi ben TV dizisi olanı da merak ediyorum ya neyse :)
Silçok severim korku türünün korkutma bakımından zayıf ancak usul usul verdiği gerilimle hafızalara kazıdığı bir başyapıt. üçlemenin en iyisi değil yine de :) iyi yapmışsın yazarak. ben de yazmaya üşeniyordum :)
SilTamam işte sen de üçlemenin diğer ikisini yazsana, ben seyretmemiştim :) Belki beni gaza getirirsin seyretmek için :)
Siltekrar izlemem gerekir ama ya :( tekrar izlemek istediğimde yapacağım inşallah :) gaza getirme konusunda iyiyimdir ama :P
YanıtlaSilBekliyorum madem :)
Sil