5 Eylül 2012 Çarşamba

Letters to Juliet (2010)


Aşk mektupları / Juliet'e Mektuplar
Amanda Seyfried’in oyunculuğundan haz etmememe rağmen konunun farklılığı ve İtalya’nın baş rolde yer alması, beni seyretmeye itekledi. 105 dakikalık ABD – İtalya yapımının yönetmen koltuğunda Gary Winick otururken, Jose Rivera, Tim Sullivan ikilisi Lise-Ceil Friedman’ın kitabından senaryoyu uyarlamışlardır. Romantik  türündeki filmin baş rollerinde Amanda Seyfried, Chris Egan, Vanessa Redgrave, Gael Garcia Bernal bulunuyor. 30 milyon $ bütçeye karşılık 80 milyon $ hasılat ile yapımcılarını memnun ettiğini de unutmamak lazım.

Sophie ve Victor, evlenmek üzere olan bir çifttir. Hem iş hem ön balayı yapmak için İtalya’nın Verona şehrine giderler. Tarihi Juliet’in evini ziyaret eden Sophie, taşlar arasında yıllar önce Juliet’e yazan bir kadının mektubunu bulur. Sophie’nin bu işin peşini bırakmaya hiç niyeti yoktur. Yıllar önce yazılan mektubun sahibini aramaya koyulur.

Siena ve Verona’yı hayran kalarak gezdiğim güzel bir tatilden 4 yıl sonra bu filmde tekrar o günleri yaşamak harika oldu. Film, İtalya’ya aşık edecek türden tüm manzarayı ve doğayı ayaklarınızın altına seriyor. İki şehrin en güzel yerlerini göstererek hikayeyi arka plana bile atıyor. Hani neredeyse filmi bir kenara bırakın, oturun mekanı, manzarayı, dekoru seyredin diyeceğim. Tekrardan gitme isteği uyandırıyor. Temiz ve kaliteli görüntünün yanı sıra Andre Guerra’nın yaptığı müzik çalışmaları da öyküye ve seçilen mekanlara yakışıyor.

Mekan, dekor, kostüm, müziğin güzelliği yanında senaryo da ilk bakışta fena görünmüyor. Juliet’e yazılan mektuplar ve onları okuyan insanlar! Romantik bir film için biçilmiş kaftan. Beni kendine çeken hikayenin bu noktasıdır. Tabi mektupları ve ana temayı bir kenara bırakırsak romantik türünün klişelerinde yüzebilirsiniz. Sonunu tahmin etmek hiç de zor değil. Hatta öyküye eklenen her yeni karakterin filmin sonunda kimle, nerede olacağını bile tam 90’dan vurabilirsiniz. Herhangi bir sürpriz yaratmıyor. Tür romantik olmasına rağmen duygulanıp, baş roldeki kadın/erkek oyuncu gibi içinizi mutluluk kaplamıyor. Vakit geçirmek için seyredilir mi? Evet seyredilir; nasıl olsa üstünüzde çok etki bırakmayacak. Karakter detaylandırmalarıdan çok geçmişe yönelik hikayeler ağır basıyor. Karakterlerle pek empati kurmaya fırsat bulamıyorsunuz. Hikaye hep aynı kişiler üzerinden devam ettiğinden ve geçmişe yönelik dönüşler yaşanmadığından kurguda da bir ayrıcalık görünmüyor.
IMDB’den 6.3, Rotten Tomatoes’tan 41 alan projeye gelen tepkiler pek çok romantik türüne gelen eleştirilerle aynıdır; ne eksik ne de fazla. Daha fazla sözcüklere aktarılacak derinlemesine bir anlatıma gerek yok sanırım. “Dear John”da kendisinden hoşlaşmadığımı yazmışken bu projeyi izlemem, kendimi dahi şaşırttı. Fikrim değişti mi? Tabi ki hayır. Kendine tekrardan bir sarışın bulmuş üstelik. Neyse ki önceki eşi Channing Tatum aldı başını gitti, başarılara adım atmaya başladı. 1984 doğumlu Avustralya doğumlu Chris Egan ise Channing Tatum yolunda ilerlerse umut var demektir. Daha önce “Eragon”, “Virgin Territory”, “Resident Evil: Extinction”, “Crush” filmlerinde rol ayan genç oyuncu, şimdilik çok başarılı bir performans sergilemese de televizyon dizileriyle şöhreti yakalayacağa benziyor.


2 yorum:

  1. Öyle çok bir "Aman da koşup izle"li bir film değil, "izlenmese de olur hatta" denilebilecek cinsten bence. ehehe.
    Bir de arada nispetini de çakıp gitmişsin. ehehe. Ben de hep bir Venedik'e gitmek istemişimdir Fatmacan yahu....
    Bir de 6.3 çok bile, durağan bir filmdi diye hatırlıyorum. Yanlış mıyım ki? Neyse neyse, yorumlayan klavyene sağlııık.
    Filmi çok da hatırlamıyorum; ama evet manzaralar mütişşşşti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayır yahu ne nispet yapması? Manzaranın gerçekten güzel olduğunu ispatlamak istedim :) Fesatlık yapma :))

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...