Nick Cassavetes adını duyunca
sorgusuz sualsiz projelerini seyredenlerdenim. İddialı bir giriş gibi görünse
de The Notebook, Cassavetes projeleri arasında başı çekiyor. Nicholas Sparks’ın
aynı adlı romanından Jeremy Leven ve Jan Sardi’nin uyarladığı dillere destan
romantik türündeki filmi sanırım 4-5 defa izledim. Her defasında aynı heyecanı
baş karakterlerle yaşıyorum; tıpkı “50 First Dates”te olduğu gibi. 123 dakikalık ABD yapımının oyuncu kadrosu ise
çok başarılı: Ryan Gosling, Rachel McAdams, James Garner, Gene Rowlands, Sam
Shepard, James Marsden, Joan Allen. 29 milyon $ bütçeye karşılık 116 milyon $
hasılat elde ederek bu türü sevenlerin (özellikle kadınların) favorileri
arasına girmiştir.
1940lı yılların başında ABD’de sahil
kasabası Seabrook’a ailesiyle gelen Allie, bütün yazı orada geçirecektir.
Sıradan bir tatil olması planlanırken kasabanın yerlisi genç Noah’la tanışır.
Noah zaten ilk görüşte hayatının aşkını bulduğuna inanırken, Allie’ye de bunu
kısa sürede inandırır ve harika bir yazı beraber geçirirler. Yaz sonu ise
gerçekler aşkı engeller: Kız çok zengin bir aileden gelmiştir; Noah ise bir
değirmende çalışır. Aşkın devamı için birbirlerine bağlılık yeterli olacak
mıdır?
Müzik çalışmaları usta müzisyen
Aaron Zigman tarafından yapılmıştır. Daha önce “John Q”, “Alpha Dog”, “Good Luck Chuck”, “Sex and the City: The Movie”, “The Proposal”, “Sex and the City 2”
gibi pek çok filmde çalışmalarını dinlemiştik. Romantik türüyle harika bir
şekilde eşleşen müzik, filmin akıcılığını ve duygu aktarımını arttırıyor. Buram
buram dram kokan bir proje olmadığından kah çok neşeli sahneler
seyrediyorsunuz, kah göz pınarında yaşlar birikiyor. Her sahnede müzik ve duygu
ritmini yakalamak büyük keyif veriyor. Mekan, dekor, kostüm tasarıma
bakıldığında ise müzik gibi tekrar bir başarıdan söz edebiliriz. 1940lı
yılların ev döşemesi, mobilyaları, kıyafetleri, saç ve makyaj tasarımları
özenle seçilmiştir. Hatta dönemin şartlarını az da olsa göstermesi (savaş)
inandırıcılığı da arttırmıştır. Filmi sadece bir aşk hikayesinden çıkarıp daha
gerçekçi bir hale bürümüştür. Tabi bu söylediklerim geçmiş dönemi anlattığı
bölümler için geçerli değil sadece. Günümüzü anlatan sahnelerde kullanılan
mekan, dekor, kıyafet, müzik de bir o kadar başarılıdır. Filmin kilit öyküsü
geçmiş olduğu için biraz daha ön plana çıktığı aşikar.
Çok satanlar listesinden pek düşmeyen
Nicholas Spark, harika bir öykünün sahibidir. Pek çok romanı filme de
uyarlanmıştır. Daha önce yazdığım “Dear John” da bunlardan sadece biridir. Oldukça sürükleyici, romantik fakat
hayal aleminden uzak bir aşk hikayesi sunuyor. Üstelik sürekli yan yana, tabiri
caizse yapış yapış bir aşk değil. Ortada kazanılması imkansız mücadele var.
Kazanamayacaklarını bile bile uğraşıyorlar. Karakter detaylandırmalarında hem
Noah hem de Allie çok iyi aktarılıyor. Noah’ın sessiz sedası hali onu soğuk
gösterse de konuştuğu vakit fırtınalar kopartıyor. Kabullenmek yerine savaşması
ve untumak için uzaklara kaçma isteği, içinde neler yaşadığını daha iyi gösteriyor.
Allie ise her daim güven arayan, ölesiye sevse de etki altında kalan, Noah’a
göre olayları çabuk kabullenebilen bir karakterdir. Aradaki fark sanırım hem
yetiştirilme tarzından hem de maddi imkanlardan/imkansızlıklardan
kaynaklanıyor. 123 dakika romantik bir film için uzun sürse de senaryo ve
karakterler sürükleyiciliği arttırıyor.
IMDB’den 7.9, Rotten Tomatoes’tan
52, Metacritic’ten de 53 puan almıştır. Filmi her defasında severek seyrettiğim
için gönlüm IMDB puanından yana. Eğer romantik türünde bir proje arıyorsanız,
The Notebook’u rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Diğer sitelerin puanının düşük
olma sebepleri hem tür, hem uzunluktan kaynaklanıyor. Zaman zaman öyküden çok
karakterlerin baskın olması diğer nedendir. Tüm bunların yanında, yaşanmış bir
hikaye olduğunu düşününce gerçekten romantik olup olmadığını seyrettikten sonra
karar vermelisiniz.
Ryan Gosling ve Rachel
McAdams’tan blogta pek çok kez bahsettiğim için filmin diğer baş rollerindeki
ve asıl beğendiğim çifti yazmak doğru olacak. 1928 ABD doğumlu James Garner, 50
yılı aşkın sinema ve televizyon hayatında 70’e yakın projede yer almıştır. 1930
ABD doğumlu Gena Rowlands ise gene 50 yılı aşkın sinema hayatında 50’den fazla
projede yer almıştır. Filmin yönetmeni Nick Cassavates’in babası John
Cassavates’le onun ölümüne kadar evliydiler. “A Woman Under the Influence” ile en iyi kadın oyuncu Altın Küre ödülü
( ve Oscar adayı), “Opening Night”la
en iyi kadın oyuncu Altın Küre adayı, “Gloria”
ile en iyi kadın oyuncu Altın Küre ve Oscar adaylıkları, “Thursday’s Child”, “An Early
Frost”, “The Betty Ford Story”, “Crazy in Love”, “Hysterical Blindless” televizyon projeleri ile de Altın Küre
adaylıklarıklarının sahibi olmuştur. Döneminin en güzel kadınları arasında da
yer almaktadır. Garner ve Rowlands harika bir ikili olmuşlar. Yaşlarının
ilerlemesine rağmen yeteneklerinden gram kaybetmedikleri de çok belli.
Çok güzel ama bir o kadar da abartılan bir film nedense.Gerçi yazın herşeyi açıklıyor.Ellerine sağlık :)
YanıtlaSilİlk yorumun bir erkekten gelmesine sevindim aslında :) Şimdiye kadar hiç bir erkeğin bu filmi çok sevdiğini görmedim. O yüzden çok beğensem de biraz tarafsız olmaya çalıştım. Teşekkür ederim :)
Silbu ara art arda güzel filmler yazmışsın yoğunluktan bakamamıştım. The Notebook belki biraz abartılıyor olabilir ama türünün nefis örneklerinden olduğu da aşikar. oyuncu kimyası tam tutturması filmin başarısındaki en önemli unsurlardan :) Eleştirisi de çok hoş olmuş eline sağlık .)
YanıtlaSilyarınki yazacağım film de çok sağlam. denk geldi peş peşe :) teşekkür ederim güzel yorumun için
Silrica ederim. yarın fırsatım olmayabilir ama mutlaka bakacağım :)
YanıtlaSil