10 Eylül 2012 Pazartesi

The Notebook (2004)



Nick Cassavetes adını duyunca sorgusuz sualsiz projelerini seyredenlerdenim. İddialı bir giriş gibi görünse de The Notebook, Cassavetes projeleri arasında başı çekiyor. Nicholas Sparks’ın aynı adlı romanından Jeremy Leven ve Jan Sardi’nin uyarladığı dillere destan romantik türündeki filmi sanırım 4-5 defa izledim. Her defasında aynı heyecanı baş karakterlerle yaşıyorum; tıpkı “50 First Dates”te olduğu gibi. 123 dakikalık ABD yapımının oyuncu kadrosu ise çok başarılı: Ryan Gosling, Rachel McAdams, James Garner, Gene Rowlands, Sam Shepard, James Marsden, Joan Allen. 29 milyon $ bütçeye karşılık 116 milyon $ hasılat elde ederek bu türü sevenlerin (özellikle kadınların) favorileri arasına girmiştir.

1940lı yılların başında ABD’de sahil kasabası Seabrook’a ailesiyle gelen Allie, bütün yazı orada geçirecektir. Sıradan bir tatil olması planlanırken kasabanın yerlisi genç Noah’la tanışır. Noah zaten ilk görüşte hayatının aşkını bulduğuna inanırken, Allie’ye de bunu kısa sürede inandırır ve harika bir yazı beraber geçirirler. Yaz sonu ise gerçekler aşkı engeller: Kız çok zengin bir aileden gelmiştir; Noah ise bir değirmende çalışır. Aşkın devamı için birbirlerine bağlılık yeterli olacak mıdır?

Müzik çalışmaları usta müzisyen Aaron Zigman tarafından yapılmıştır. Daha önce “John Q”, “Alpha Dog”, “Good Luck Chuck”, “Sex and the City: The Movie”, “The Proposal”, “Sex and the City 2” gibi pek çok filmde çalışmalarını dinlemiştik. Romantik türüyle harika bir şekilde eşleşen müzik, filmin akıcılığını ve duygu aktarımını arttırıyor. Buram buram dram kokan bir proje olmadığından kah çok neşeli sahneler seyrediyorsunuz, kah göz pınarında yaşlar birikiyor. Her sahnede müzik ve duygu ritmini yakalamak büyük keyif veriyor. Mekan, dekor, kostüm tasarıma bakıldığında ise müzik gibi tekrar bir başarıdan söz edebiliriz. 1940lı yılların ev döşemesi, mobilyaları, kıyafetleri, saç ve makyaj tasarımları özenle seçilmiştir. Hatta dönemin şartlarını az da olsa göstermesi (savaş) inandırıcılığı da arttırmıştır. Filmi sadece bir aşk hikayesinden çıkarıp daha gerçekçi bir hale bürümüştür. Tabi bu söylediklerim geçmiş dönemi anlattığı bölümler için geçerli değil sadece. Günümüzü anlatan sahnelerde kullanılan mekan, dekor, kıyafet, müzik de bir o kadar başarılıdır. Filmin kilit öyküsü geçmiş olduğu için biraz daha ön plana çıktığı aşikar.

Çok satanlar listesinden pek düşmeyen Nicholas Spark, harika bir öykünün sahibidir. Pek çok romanı filme de uyarlanmıştır. Daha önce yazdığım “Dear John” da bunlardan sadece biridir. Oldukça sürükleyici, romantik fakat hayal aleminden uzak bir aşk hikayesi sunuyor. Üstelik sürekli yan yana, tabiri caizse yapış yapış bir aşk değil. Ortada kazanılması imkansız mücadele var. Kazanamayacaklarını bile bile uğraşıyorlar. Karakter detaylandırmalarında hem Noah hem de Allie çok iyi aktarılıyor. Noah’ın sessiz sedası hali onu soğuk gösterse de konuştuğu vakit fırtınalar kopartıyor. Kabullenmek yerine savaşması ve untumak için uzaklara kaçma isteği, içinde neler yaşadığını daha iyi gösteriyor. Allie ise her daim güven arayan, ölesiye sevse de etki altında kalan, Noah’a göre olayları çabuk kabullenebilen bir karakterdir. Aradaki fark sanırım hem yetiştirilme tarzından hem de maddi imkanlardan/imkansızlıklardan kaynaklanıyor. 123 dakika romantik bir film için uzun sürse de senaryo ve karakterler sürükleyiciliği arttırıyor.
IMDB’den 7.9, Rotten Tomatoes’tan 52, Metacritic’ten de 53 puan almıştır. Filmi her defasında severek seyrettiğim için gönlüm IMDB puanından yana. Eğer romantik türünde bir proje arıyorsanız, The Notebook’u rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Diğer sitelerin puanının düşük olma sebepleri hem tür, hem uzunluktan kaynaklanıyor. Zaman zaman öyküden çok karakterlerin baskın olması diğer nedendir. Tüm bunların yanında, yaşanmış bir hikaye olduğunu düşününce gerçekten romantik olup olmadığını seyrettikten sonra karar vermelisiniz.

Ryan Gosling ve Rachel McAdams’tan blogta pek çok kez bahsettiğim için filmin diğer baş rollerindeki ve asıl beğendiğim çifti yazmak doğru olacak. 1928 ABD doğumlu James Garner, 50 yılı aşkın sinema ve televizyon hayatında 70’e yakın projede yer almıştır. 1930 ABD doğumlu Gena Rowlands ise gene 50 yılı aşkın sinema hayatında 50’den fazla projede yer almıştır. Filmin yönetmeni Nick Cassavates’in babası John Cassavates’le onun ölümüne kadar evliydiler. “A Woman Under the Influence” ile en iyi kadın oyuncu Altın Küre ödülü ( ve Oscar adayı), “Opening Night”la en iyi kadın oyuncu Altın Küre adayı, “Gloria” ile en iyi kadın oyuncu Altın Küre ve Oscar adaylıkları, “Thursday’s Child”, “An Early Frost”, “The Betty Ford Story”, “Crazy in Love”, “Hysterical Blindless” televizyon projeleri ile de Altın Küre adaylıklarıklarının sahibi olmuştur. Döneminin en güzel kadınları arasında da yer almaktadır. Garner ve Rowlands harika bir ikili olmuşlar. Yaşlarının ilerlemesine rağmen yeteneklerinden gram kaybetmedikleri de çok belli.


5 yorum:

  1. Çok güzel ama bir o kadar da abartılan bir film nedense.Gerçi yazın herşeyi açıklıyor.Ellerine sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk yorumun bir erkekten gelmesine sevindim aslında :) Şimdiye kadar hiç bir erkeğin bu filmi çok sevdiğini görmedim. O yüzden çok beğensem de biraz tarafsız olmaya çalıştım. Teşekkür ederim :)

      Sil
  2. bu ara art arda güzel filmler yazmışsın yoğunluktan bakamamıştım. The Notebook belki biraz abartılıyor olabilir ama türünün nefis örneklerinden olduğu da aşikar. oyuncu kimyası tam tutturması filmin başarısındaki en önemli unsurlardan :) Eleştirisi de çok hoş olmuş eline sağlık .)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yarınki yazacağım film de çok sağlam. denk geldi peş peşe :) teşekkür ederim güzel yorumun için

      Sil
  3. rica ederim. yarın fırsatım olmayabilir ama mutlaka bakacağım :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...