24 Eylül 2012 Pazartesi

Rosemary’s Baby (1968)


Uzunluğu nedeniyle hep ertelediğim Rosemary’s Baby’e sonunda kavuştum. Kendi türündeki klasikler arasında öncülüğünü koruyan 136 dakikalık gerilim/ psikolojik gerilimi hala seyretmediyseniz vakit kaybetmeden koltuğa oturmanızı dilerim. Ira Levain’in aynı adlı romanından Roman Polanski uyarlamıştır. Yönetmenliğini de  Polanski’nin yaptığı ABD yapımının baş rollerinde Mia Farrow, John Cassavees, Ruth Gordon, Sidney Blackmer yer alıyorlar. 3,2 milyon $ bütçesine karşılık 33 milyon $ hasılatla kendi döneminde tüm dikkatleri üzerine çekmiştir.

Kariyerinde yükselmek için yoğun çaba sarf eden Guy, güzel eşi Rosemary'le New York’a taşınır. Eski bir binada daire kiraladıklarında komşuları yaşlı çift Castavet’le tanışırlar. Her açıdan bu genç çifte yardımcı olan Castavetler’in yoğun ilgisi bir süre sonra Rosemary’i bunaltmaya başlar ve şüphelendirir. Fakat kocası Guy bu durumdan hiç rahatsız olmaz. Rüyasında şeytani bir varlık tarafından tecavüze uğradığını gören Rosemary, gerçek hayatta da hamile kalır. Genç kadın çıkmaza girer.

Klasikler arasına girmeyi fazlasıyla hak eden bir filmle karşı karşıyayız. Her açıdan seyirciyi geriyor, bunaltıyor, rahatsız ediyor. Krzysztof Komeda’nın yaptığı müzik çalışmaları gerilimi katlıyor. Mekan, dekor, kostüm detayları gerilim için ne gerekiyorsa hepsini karşılıyor. Kullanılan renkler, kamera açıları, gölgelendirmeler huzurlu bir ortamı anında kasvetli yapıyor. Özellikle Rosemary’nin sürekli kullandığı sarı renk dikkat çekiyor. Rosemary’nin huzur, sakin, masum olduğunu simgelerken bir süre sonra bunaltmıyor değil. Belki de sarı renkle aramızdaki geçimsizlik bana böyle yansıttı. Rosemary’nin kostümleri ise 1960lı yılların sonuna damgasını vurmuşken hala etkisini koruyor. O kadar zevkli ve saf bir dolap döşenmiş ki her yeni sahnede ondan önce kostümlerine bakıyorsunuz. Sarı renkle beraber mavi ve beyaz tonlarını da kullanan genç kadın, her daim saf ve temiz duygular beslediğini kıyafetlerine de yansıtıyor. Evdeki duvar kağıtları, çocuk odası, havlular, nevresim takımları her yer, her şey sarı renkte. Bu elbette bilinçli bir seçim de olsa hafiften gına getiriyor. Saç şekli ve makyaj ise çok etkileyiciydi. Hikayenin gidişatına göre görüntünün bu kadar ön planda olması, daha doğrusu yönetmenin bu detaylarla ilgilenmesi filme bağlanmanızı tetikliyor.

Senaryoya gelindiğinde ise aklımda kalan tek şey şüphe! Şüphe içinize işliyor, Rosemary’le beraber tırnaklarınızı kemirmek istiyorsunuz. Bir onun yanında oluyorsunuz bir diğerlerinin yanında. Her iki tarafta da o kadar kuvvetli deliller var ki arada sıkışıp kalıyorsunuz. Yıllardır süresi uzun diye seyretmezken, vaktin nasıl geçtiğini bile anlamadım. Film bittiğinde tüm yaşanılanlara sorgusuz sualsiz inandım, asla “saçma” veya böyle şeylerin yaşanmayacağı düşüncesi aklıma gelmedi. Kilit nokta da belki buydu. Tabi inandırıcılıkta ve gerilimde Roman Polanski’nin başarısını untumamak lazım. Senaryoyu da kendi uyarladığı için mi bu denli etkileyici olmuş yoksa kitabın kendisi buna yeterli miydi, bilmiyorum. Unutmadan, Rosemary’s Baby Polanski’nin ilk ABD Yapımı filmidir. Mia Farrow ve John Cassavates de Polanski’nin ısrarla istediği oyunculardı.
IMDB’den 8, Rotten Tomatoes’tan da 98 alan klasik, pek çok dalda ödül aldı ve aday gösterildi. En önemlileri ise şöyle: En iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar ve Altın Küre ödülü, en iyi uyarlama senaryo Oscar ve Altın Küre adayı, en iyi müzik ve kadın oyuncu Altın Küre adayı. Filmin ardından 1976 yılında “Look What's Happened to Rosemary's Baby” isimli teelvizyon filmi çekilmiş ve Ruth Gordon aynı rolüyle filmde yer almıştır.

Filmin tartışmasız en göze çarpan oyuncusu 9 Şubat 1945 ABD doğumlu Mia Farrow’dur. Doğum günlerimiz (yıl hariç tabi ki) aynı olduğu için ona karşı ilgim ayrıdır J Frank Sinatra’nın eşi olan Farrow’a bu filmde oynaması için teklif geldiğinde Sinatra çok sinirlenir ve boşanma davası açar. Polanski bir şekilde Farrow’u ikna eder. Rosemary karakteri Farrow’un önünü açar ve 45’ten fazlası film olmak üzere pek çok projede yer alır. Frank Sinatra’dan ayrıldıktan sonra Andre Previn’le 9 yıllık bir evililik yaşar. Bu evliliğin ardından da Woody Allen’le 12 yıllık bir beraberliği olur. İnsan hakları savunuculuğu yaparak hayatını çocuklara adayan Farrow, Allen’la birlikte evlatlık aldıkları çocuklardan birinin Allen’le ilişkisini öğrenince ondan ayrılır. UNICEF’le beraber çalışan Farrow’un 15 çocuğu vardır. Bu çocukları evlat edinmiştir.


8 yorum:

  1. işte bu benim filmim!! kaç defa izledim inan hatırlamıyorum.
    her şey o kadar iyi ki bu filmde neyi övsem bilemiyorum.oyuncular müthiş.özellikle ruth gordon etkiledi beni.tek başına bile bir gerilim filmini kotarabilir.pasta yiyişi, sürekli rol çalması, abartılı makyajı...hiç aklımdan silinmeyecek.

    polanski'nin ''apartman üçlemesi''nin 2. filmi bu.diğer iki filmi de (Repulsion ve The Tenant) izlemeni tavsiye ederim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önerini dikkate alacağım, teşekkür ederim yorumun için :)

      Sil
  2. Ben bu filmi çooooook merak ediyorum yahu, yukarıda Poliganum'un dediği üçlemeyi hele hele.
    Yorumlayan klavyene sağlık Fatmacan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim gibi çok geç olmadan seyretmelisin bence. Poliganum da başarısını belirtmiş. Önce Rosemary's Baby, sonra üçlemenin devamı. Gerçi ben TV dizisi olanı da merak ediyorum ya neyse :)

      Sil
    2. çok severim korku türünün korkutma bakımından zayıf ancak usul usul verdiği gerilimle hafızalara kazıdığı bir başyapıt. üçlemenin en iyisi değil yine de :) iyi yapmışsın yazarak. ben de yazmaya üşeniyordum :)

      Sil
    3. Tamam işte sen de üçlemenin diğer ikisini yazsana, ben seyretmemiştim :) Belki beni gaza getirirsin seyretmek için :)

      Sil
  3. tekrar izlemem gerekir ama ya :( tekrar izlemek istediğimde yapacağım inşallah :) gaza getirme konusunda iyiyimdir ama :P

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...