Aşk |
Filmin adı Aşk ise ancak Haneke’nin yönetmen koltuğunda oturmasıyla
merak uyandırıp kendini seyrettirir. Zira onun gözüyle ve anlatımıyla aşk
bambaşka bir anlam ve boyut kazanabilir. Haneke olmasaydı bu isimle ve belki de
bu konuyla göz ardı edilebilirdi. Şimdiyse senenin en iyi filmleri arasında yer alıyor ve en iyi yabancı film dalında Oscar’a göz kırpıyor. Seyrettikten sonra altındaki ima, derinliğiyle aklınıza kazınıyor. Senaryoyu Michael Haneke kendi ailesinde yaşanan olaylardan uyarlayarak kaleme almıştır. 127
dakikalık Avusturya yapımı dramın baş rollerinde Jean-Louis
Trintignant, Emmanuelle Riva ve Isabelle Huppert yer alıyorlar. Bütçesi 7
milyon Euro civarındadır. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü almıştır.
Türkiye’de 28 Aralık’ta gösterime girecek; geç bile kaldı!
Emekli müzik öğretmeni Anne ve George, 80li yaşlarına merdiven
dayamışlardır. Kızları da onlar gibi müzisyendir ve uzakta yaşamaktadır. Anne
bir gün kriz sonrası felç geçirir. Bu olay sonrası George karısının yanından
ayrılamaz ve bakımını üstlenir. Fakat o yaştaki birisi için hiç de kolay
değildir. Evlilikleri uzun yıllar sonra tekrar sınava tabi tutulur.
Düşünün… Çok uzun yıllardır devam eden bir evliliğiniz var. Çoluk çocuk
sahibi olmuşsunuz, onlar da evden uzaklaşmışlar. Emekli olmuşsunuz; bir nevi
günlük sıradan işler dışında yapacaklarınız bile sınırlanmış. Hani “tek ayağı
çukurda” dönemi hem gelmiş hem gelmemiş. Eliniz ayağınız tutuyor, sevdiğiniz
(veya alıştığınız) kişiyle hayatınızı sürdürüyorsunuz. O hayatın içine artık
üçüncü bir kişiyi alma ihtiyacı bile görmüyorsunuz. O üçüncü kişi (temizliğe
gelen yardımcı olsa dahi) sizin sınırlarınıza girdi mi rahatsız oluyorsunuz;
gitmesini istiyorsunuz. Bu bir bakıma hem yalnızlığa isyan, hem de sınırları
koruma dürtüsü gibi geliyor. Sevdiğiniz (veya alıştığınız) kişiyle ortak
yanlarınız çok; belki de uzun yılların getirdiği uyumu yaşıyorsunuz. Tüm bunlar
bir anda alt üst oluyor; hem bir anda hem de yavaş yavaş…
Haneke bu süreci o kadar etkili anlatıyor ki zaman hem hızlı geçiyor hem de
geçmek bilmiyor. Sihirli değnek değiyor sanki süreye. Çok sade bir anlatım var.
Kamera açılarının yarattığı derinlik, diyaloglardan öte oyuncuların bakışları
ve hareketleri filmi alıp götürüyor. Anne ve George dışında, mekan seçilen ev
de baş roldedir. Sanki ikisiyle beraber ev de nefes alıyor, hareket ediyor,
düşüncelerini paylaşıyor. Çift evle o denli bütünleşmiş ki eve giren (telefonla
arayanlar dahil) üçüncü kişi (kızları olsa bile) çifti rahatsız ediyor, evle
aralarına giriyor gibi.
Mekan, dekor, kostüm detayları çifte ve öyküye göre çok iyi tasarlanmıştır.
Evin yüksekliği, büyüklüğü, hem çok eşyalı görünmesi, hem büyük koridordaki
gibi boşluğu, soğukluğu ayrı bir karakter gibi oynuyor. Çiftin eğitim durumu
evdeki plak, kitap ve piyanoyla gösterilmesi, karakterlerin kendilerini
anlatmaya gerek duymamalarına sebep oluyor. Önemli olan aralarındaki ilişki ve
gün geçtikçe içinize olumsuz duygular serpen, sizi kötü hissettiren olaylardır.
Film bittiğinde olduğunuz yerde kalıyorsunuz, aklınızda ise huzurlu şeyler
kalmıyor. Tabi bu hissi yaratan Haneke’ye de saygınız artıyor.
IMDB’den 8.1, Rotten Tomatoes’tan 91 alan projeye gelen eleştiriler hayli
olumludur. Haneke’ye yakışır bir film olduğu da şüphesiz. Geçtiğimiz günlerde
en iyi yabancı film Oscar adayı seçilerek de senenin en iddialıları arasında
yerini aldı.
82 yaşındaki usta Fransız oyuncu Jean –Louis Trintignant, Cannes Film
Festivali’nden ödüllüdür. 50’ye yakın filmde oynamıştır. 85 yaşındaki Fransız
oyuncu Emmanuelle Riva ise en çok “Hiroshima
mon amour” filmiyle tanınmıştır. Bu projede birbirini tamamlayan bir çift
olarak çok inandırıcı görünüyorlardı. Hakikaten yıllardır beraberlermişcesine
bize inanılmaz 2 saat sunuyorlar. Hangisi daha başarılıydı diye düşündüğümde
yanıt bulamıyorum. Riva zor bir performansın altından ustaca kalkarken,
Trintignant sınavdan geçen zor durumdaki eşi çok etkileyici oynuyor. Hayran
kalmamak imkansız.
ufak bir düzeltme: cannes'da verilen ödül altın palmiye'dir; altın ayı, berlin film festivali'nin ödülüdür :)
YanıtlaSilyazınız oldukça başarılı, film aslında genel seyirci profiline hitap etmiyor,bu yüzden türkiye'de gişesi pek parlak olmayacak büyük ihtimalle, ama sinemayı sadece eğlence aracı olarak görmeyenlere sözle değil belki ama halet-i ruhiyesiyle çok şey anlatacak bir film amour.
Uyarı için çook teşekkür ederim, dikkat etmemişim :) Güzel sözler için de teşekkür ederim ayrıca. Haneke herkesin seyredip beğeneceği bir yönetmen değil bence. Sinemaseverlerin kaçırmaması gerektiğine inanıyorum.
Silçok sıkıcı geldi bana valla ama konu olarak iyi sayılır oyunculuklar vs.
YanıtlaSilBeklentiye yanlis girmissin kanimca :)
Sil