Yasak Aşk |
“Amour”
dışında yabancı film dalında en kuvvetli Oscar adayı görünen Yasak Aşk,
yaşanmış olaylardan beyazperdeye aktarılmıştır. Türkiye’de 20 Temmuz’da
gösterime giren proje, senaryo ve oyuncu kadrosuyla göz dolduruyor. 131
dakikalık dram, tarihi, romantik türlerini kapsayan Danimarka yapımının
yönetmen koltuğunda Nikolaj Arcel oturuyor. Senaryoyu Nikolaj Arcel ve Rasmus
Heisterberg Bodil Steensen-Leth’in “Princess af blodet” adlı romanından
beraber uyarlamışlardır. Nikolaj Arcel’i “Ejderha Dövmeli Kız”ın senaristi
olarak hatırlayabilirsiniz; tabi orijinal olanından bahsediyorum! Mads
Mikkelsen, Alicia Vikander, Mikkel Boe Folsgaard, David Dencik, Trine Dyrholm
da oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar. 6 milyon Euro bütçesi vardır.
Danimarka
Kralı VII. Christian 18. yüzyılda akli dengesi yerinde olmayan bir kraldır.
Uçuk kaçık hareketleri, alkole ve kadınlara düşkünlüğü nedeniyle yönetimle hiç
ilgilenmez. Konsey de onsuz dilediği gibi ülkeyi yönetmeye devam eder. Çok kötü
sonuçlar doğursa da kimse halkı ve köleleri düşünmez. Christian, politik
çıkarlar doğrultusunda İngiltere prensesi Caroline ile evlenir. Lakin evlilik
hayalindeki gibi gitmez. Christian için özel doktor bir türlü bulunamazken köy
doktoru Friedrich Strensee kralın hem doktoru, hem en yakın arkadaşı hem de
danışmanı olur. İşin entrika dolu kısmı ise Caroline ile doktor arasındaki
yakın ilişkidir!
Yasak Aşk
adına bakıp filmin konusunu sadece saray içindeki gizli bir aşk olarak
değerlendirmeyin. Dönemin tüm siyasi ve sosyal problemleri projede çok etkili
şekilde anlatılıyor. Hatta zaman zaman filmin adı arka planda kalıp,
Danimarka’nın geçmişte yaşadığı sıkıntılar, Aydınlanma Dönemi’ne ve fikirlerine
rest çekişi öne çıkıyor. Hatta o dönemde nelerin yasak olduğunu, kimlere neden
ve nasıl davranıldığı da belirtiliyor. Kralın akli dengesi yerinde değil diye
yönetimi üvey anne ve konsey üyeleri kendi çıkarları doğrultusunda, insan
haklarından uzak şekilde yönetiyorlar. Acımasızlık hat safhada, ilerlemek
içinse adım atmak şöyle dursun, geri geri gitme hevesi var. Senaryo bu açıdan tatmin
edicidir. Bir ülkenin 18. Yüzyılda yaşadıklarını ekranda seyretmek (ne kadar
tarafsızdır, bilemem) hayli keyifli geldi.
Karakter detaylandırmalarında
doktor ve kral çok güzel irdelenirken, kraliçe Caroline’e bir türlü ısınamadım.
Ne iyi ne kötü bir karakter olarak yansıtılıyor. Tam ortada kalmış. Karakterin
kendisi zaten ikilem içinde; bir yandan çocukları ve şanı diğer yanda aşkı. Lakin
kendini öne atamayan, derdini açıklayamayan bir ruh halinde. Ele alınışta yetersizlik
var.
Mekan, dekor,
kostüm tasarımı dönem filmine göre hayli başarılıdır. Rahatsız edici tek şey
kraliçe Caroline’in makyajı! Gençliğini, güzelliğini ve saflığını göstermek
adına yanaklar ve dudaklar pembeye boyanmış. O kadar tarihi film seyrettim, bu
kadar yanak ve dudakta makyaj görmedim.
IMDB’den 7.6,
Rotten Tomatoes’tan da 89 alan proje, Berlin Uluslararası Film Festivali’nde en
iyi erkek oyuncu ve senaryo dallarında Gümüş Ayı aldı. Skandal öykü daha önce
pek çok kitaba, tiyatro oyununa konu olmuştur. Seyretmeye değer olduğu
şüphesiz. Gelen eleştiriler bu yönde ilerliyor.
VII. Christian’a hayat veren 1985
Danimarka doğumlu Mikkel Boe Folsgaard, en göz doldurucu performansa sahipti.
Film boyunca karakterden hem nefret ediyorsunuz, hem acıyorsunuz. Performansı o
kadar tesirli ki (özellikle hastalıklı gülüşü) film bittiğinde aklınızda en çok
onun sahneleri kalıyor. Berlin Film Festivali’nde de bu performans
taçlanıdırılıyor neyse ki. Kasaba doktorunu canlandıran 1965 Danimarka doğumlu
Mads Dittman Mikkelsen ise “The Hunt” filmiyle Cannes Film Festivali’nden en iyi erkek
oyuncu ödülünü almıştı. Folsgaard’a göre daha tanındığı ve tecrübeli olduğu
aşikar. Zaten film boyunca bu tecrübe ekrana da yansıyor. Kısa filmlerle
beraber 40’a yakın projede yer almıştır. Sevemediğim tek oyuncu 1988 İsveç
doğumlu Alicia Vikander’dir. Natalie Portman’ı andırdığı için sanki o rol
verilmiş. Elinde o denli etkin bir karakter varken ne duygusunu yansıtabildi ne
de hikayeye yeterli katkıda bulundu. Üvey anneyi de “In a Better World” filminden hatırlayabilirsiniz.
Trine Dyrholm, yardımcı rolde marifetini doyasıya gösteriyor.
Bir türlü izleyemediğim ancak izlemek istediğim bir film.Genelde Anna Karenina ve A Royal Affaır tarzı filmler hoşuma gitmiyor ancak izlemek lazım :)
YanıtlaSilAnna Karenina'yı da izledim. Tek sebep Oscar adayı olmasıydı. Fakat A Royal Affair daha başarılı geldi. Amour'la yarışması zor tabi.
SilŞu ana kadar izlediğim en iyi filmlerden biri gerek senorya gerek oyunculuk olsun çok çok iyi .Alicia Vikender için genelde yorumlar olumsuz ancak eşinin durumu ve yaşadığı yasak aşkın etkisiyle baskın olamıyor bence .Oscar onun hakkıydı ,Amour bu filmin yanında daha sönük ve ucuz kaldı .
YanıtlaSilVikender'e ısınamadım bir türlü. Dediğiniz gibi karakterden de kaynaklanabilir bu durum. Filmin en çok aşktan öte o dönemi yansıtması beni tatmin etti.
SilŞu ana kadar izlerdiğim en iyi filmlerden .Gerek seneryo gerek oyunculuk,kostüm herşeyiyle çok başarılıydı.Amour da elebette iyidi ama bu filmin yanında sönük ve ucuz kaldı Oscar A Royal Affair'e gitmeliydi
YanıtlaSilAnlatım ve tarzıyla kıyaslama haksızlık aslında. Amour ve A Royal Affair'in anlatmak istedikleri ve anlatım biçimleri çok farklı. Amour'un adı yanında Danimarka yapımının öne çıkması zordu.
Sil