Geçmişin Gölgesinde |
"2013 yılını güzel bir filmle açalım ki tüm sene en iyilerini izleme umudunu
hiç kaybetmeyelim" diyerek Geçmişin Gölgesi ile siftahı yapıyorum. Edward Norton’un oyunculuğuyla hafızama kazınan filmi, 10 yıl sonra tekrar seyretme fırsatı yakaladım. 127 dakikalık
dram, suç türündeki proje sinemaseverlerin “seyredilmesi gereken filmler” listesinde olmalıdır. Sebep mi? Senaryo veya yönetmen değil. Genele baktığınızda etkisini uzun süre yitirmiyor. Yönetmen koltuğunda Tony Kaye otururken, senaryosunu David McKenna
kaleme alıyor. Edward Norton’a Edward Furlong, Elliott Gould, Stacy Keach, Ethan
Suplee, Avery Brooks eşlik ediyorlar. 20 milyon $ bütçesine karşılık 24 milyon
$ hasılat elde etmiştir. Gösterim zamanında kıymeti bilinmeyip, sonradan değer
kazananlardandır.
Babası siyahi uyuşturucu satıcısı tarafından öldürülen Derek, oldukça
zeki bir öğrencidir. Babasının ölümü ve onun siyahiler hakkındaki
düşüncesi ergenlik dönemindeki Derek’i altüst eder. Bir süre sonra yaşadığı
yerdeki Neo-Nazi çetesine katılır ve liderin sağ kolu olmaya kadar yükselir. Bir gece 3
siyahi, Derek’in arabasını çalmaya çalışır. Derek bu durumu öğrenir öğrenmez
müdahale eder; üstelik geri dönüşü olmayacak bir adım atarak. Artık hayat ne
onun ne de ailesi için eskisi gibi olmayacaktır.
Anne Dudley’in üstlendiği müzik çalışmaları, başta Derek’in olmak üzere tüm
karakterlerin yaşadığı ikilemi, nefreti ve tüm öykünün dramını çok iyi
destekliyor. Mekan, dekor, kostüm, makyaj tasarımları ırkçılık üzerine kurulu
projenin bel kemiğini oluşturuyor. Özellikle makyaj ve dövmelerle karakterlerin fikirleri ortaya koyuluyor. Neredeyse hiç birinin konuşmasına, derdini
anlatmasına gerek kalmıyor. Tony Kaye, Derek’in hayatını öncesi ve sonrası
diye ikiye bölüyor. Bu bölümleri renk ayrımı yaparak anlatıyor; adeta
ırkçılığa bir gönderme yapar gibi. Geçmiş siyah beyaz anlatılırken, günümüz
(yani 1990lar) renkli çekimdir. Tabi geçmişte yaşananların renge yakışmayacak
olaylar olması, hatırlanmak dahi istenmemesi, daha doğrusu geçmişte kalması
tercih edilmesi bu sonucu getiriyor. Siyah beyaz çekimin altındaki derin
imaları bir kenara bırakırsak, öykünün gidişatını anlamamız için büyük fayda
sağlıyor. Kurgunun başarısı da 127 dakika boyunca kendini hissettiriyor.
Gelelim senaryoya.. İlk düşünülen, kaleme alınan haliyle bizim
seyrettiğimiz arasında ciddi farklılıklar var(mış). Sebeplerin bir kısmı ise
içinde bolca şiddet, uyuşturucu kullanımı ve ırkçılıkla ilgili diyalogların
geçmesidir. Bunların kesilmiş haliyle dahi bazı sahneler insana “ağır” geliyor.
“Bu denli ırkçı nasıl olunabiliyor?” diye sormadan edemiyorsunuz. Tabi bu
düşünce kişinin siyasi, sosyal düşüncesine göre değişebilir. Gene de sınır
noktası var. Dozu aşırı gelebiliyor. Bu yüzden belli bir yaş sınırlaması
olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Senaryoda ele alınan iki tarafın, Neo-Naziler ve “diğerleri”nin, tutumları med cezir misali “kabullenilir” hale sokuluyor. Buna
gerek var mıydı? Kesinlikle. İşin içine şiddet, cinayet, ırkçılık girdiğinde, sebebini öğrenmek istiyor insan. Geçmişte neler yaşandı da bu hale gelindi
ve devam ediyor? Senaryo en başında bunu anlatmıyor. Daha doğrusu genel olarak
hepimizdeki az çok bilgi, seyretmeye yetiyor. Masa başında
tartışılanlar biraz daha işin derinine giriyor. Tony Kaye, sebepleri bir anda
anlatmayarak hem heyecanı ayakta tutuyor, hem de filmin büyüsünü bozmuyor. Elbette
iki tarafa eşit şartlar sunulmuyor. Sonuçta “diğerleri” kötü gösteriliyor. Diğer
yandan, yapılanların doğru olmadığı, gene “diğerleri”ni alaşağı ederek
anlatılıyor. Haklı olup olmadıkları konusuna girmek Seyirci Koltuğu’nun
hedefinden sapar, o ayrı J
Karakter detaylandırmasında, hepsinin siyasi görüşleri oldukça
keskin şekilde ifade ediliyor. Derek ve kardeşi Danny’nin düşünceleri sürekli
irdeleniyor. Gel gitlerin yaşanması, onlara öğretilenler, bu öğretilenler
sonucu hayatlarının yönlerinin değişmesi, kardeşlerin neredeyse bir ruh içinde
iki ayrı karakter yaşatmalarına sebep oluyor. Geçmiş ve şimdiki zamanın ayrımı
bu yüzden çok öne çıkıyor. Derek’in içindeki kin ve nefret, sorgulanma sürecine
girince olayların boyutu ortaya çıkıyor. Bu da Edward Norton’a şapka
çıkarmanızı sağlıyor.
IMDB’den 8.6, Rotten Tomatoes’tan da 82 alan projenin kıymeti gişeden sonra bilindi. Tabi Edward Norton’un muhteşem performansı en iyi erkek
oyuncu Oscar adaylığını getirdi. O sene “Life is Beautiful”da Robertto Benigni
heykelciği kaldırdı. İki filmdeki oyunculuğu karşılaştırınca gerçekten de
seçimin hayli zor olduğu anlaşılıyor. Irkçılıkla ilgili filmler arasında ilk
sıralardaki yerini her daim koruyacağa benziyor.
Kardeş Danny rolündeki Edward’ın Furlong, en az Edward Norton
kadar projeyi sırtlamıştır. Filmi paslaşmalarıyla tepeye çıkarıyorlar. 1977 doğumlu
oyuncuyu; “Terminator 2: Judgment Day”
ile tanıdık. Devamında “Pet Sematary II”,
“American Heart”, “Animal Factory”, “The Crow: Wicked Prayer”,
“Living&Dying”, “Night of the Demons” gibi 40tan fazla
projede yer aldı. Edward Norton kadar öne çıktı mı derseniz, o çok zor.
Not: En sevdiğim film afişleri arasında American History X'inki de yer alıyor. İlk bakışta kırmızı siyah renk dışında bir şey ifade etmese de, Derek'in arkasında Danny'nin yarım yüzünün bulunması; koşulsuz şartsız abisine bağlılığını ifade ediyor. Bir yandan da Derek'in arkasında ister istemez geride kaldığını. Kırmızı rengin karakterlerin görüşlerindeki önemi de afişte vurgulanıyor elbette.
Not 2: Favori sahnem ise hiç düşünmeden ilk resmin yer aldığı siyah beyaz sahnedir. Edward Norton'a hayran kalınmasını sağlıyor. (Çok kısa bir anına, filmi ikinci kez seyretmeme rağmen hala bakamadım! İzleyenler tahmin eder.)
Bu filminde de ağladım ben, sonunda....
YanıtlaSilZaten To Kill a Mockingbird hariç "ırkçılık" temalı filmlerde hep ağladım ben ya. ahahahaaa.
Edward Norton karizması diye bir şey var. Çok gerçekçi anlatılmış.
"Öfkeyle kalkan zararla oturur"un ileri boyuttaki sonuçları. ahaha.
Ya bu arada ben özlemişim ya senin yorumlamalarını. Yeni yılın ilk filmi gibi filmleri bulasın hep, tütütütüüüüğ maşşşşallaaaaaah.
Edward Norton'ın canlandırdığı her rol neredeyse efsane nitelikte. Arka planda mı kalıyor, aşırı yakışıklı mı değil de duyulmuyor anlamış değilim.
SilTeşekkür ederim efenim :) Sen bu aralar okula daldın galiba? Çok görünmüyorsun.
Adam karizma ya, lütfen. ahahaha.
SilYok ya dalmam gereken okula da dalamadım, zamansızlık ve üşengeçlikten hep, bir gün ölümüm üşengeçlikten olacak. ahaha.
Konuyu American History X'ten ölümüne getirdin ya helal olsun :) Tövbe tövbee..
SilO zaman konuyu geri alıyorum....... bu filmde ağladın mı fatmacan?
SilYok ağlamadım, sonunda epey duygulandım sadece :)
SilAmerican History X diyince hemen o sahne geliyor aklıma ztn (aynı sahneden bahsedıyorsak:))
YanıtlaSilKesin aynı sahneden bahsediyoruz :))
Sil