15 Ocak 2013 Salı

The Impossible (2012)

Kıyamet Günü

Tavsiye edilmesine rağmen biraz göz ardı ettiğim Kıyamet Günü, Naomi Watts’ın en iyi kadın oyuncu Oscar adayı olmasıyla seyredilmesi gerekenler listesinde yerini aldı. 113 dakikalık İspanyol yapımı sayesinde Watts ayrıca Altın Küre adayı da oldu. Yönetmen koltuğunda “Yetimhane”den tanıdığımız J.A. Bayona oturuyor. Senaryo ise Sergio G. Sanchez’e ait. Dram ve biraz da gerilim türüne giren projenin baş rollerinde Watts’a Ewan McGregor ve Tom Holland eşlik ediyorlar. 45 milyon $ bütçeye karşılık 87 milyon $ hasılat elde etmiştir. 28 Aralık’ta Türkiye’de gösterime giren film, yaşanmış bir olaydan perdeye yansıtılıyor.

Maria ve Henry 3 çocuklarıyla beraber Tayland’a tatile gelen İspanyol bir çifttir. Otele geldikleri ertesi sabah, havuz kenarında güneşin keyfini çıkarırken ani bir sesle ortalık sarsılır. Otele doğru dev dalgalar gelmektedir, tüm ağaçlar tek tek yıkılırken insanların kaçış noktası kalamaz.

Yetimhane”den sonra J. A. Bayona’nın doğru yolda ilerlediği ve İngilizce bir film çekerek hızlı adımlar attığı aşikar. Zira gerilim ve felaket türüne yakışır ne varsa filmin içine ekliyor. Özellikle ilk yarı adrenalini epey yüksekte tutuyor. 2004 yılında yaşanmış tsunamideki yerinizi almanızı sağlıyor ve nefesiniz daraltıyor. Görüntü kalitesi, kullanılan renkler, kamera açıları, ses efektleri hayli etkileyicidir. O bunalımı siz de yaşıyorsunuz. İkinci yarıda ise adrenalin yerini hüzne bırakıyor. Bir şekilde tsunami felaketinden kurtulan insanların hayatta kalma ve sevdiklerini arama mücadelesi başlıyor. Gözlerin buğulanması hedefleniyor. E bunu da başarıyor esasen. Lakin tempo hızlıca düşüyor. Hani içine gerilimi ekleyerek tempoyu az daha ayakta tutabilir miydi diye düşünmeden edemiyor insan. Tabi izlerken akla Türkiye’deki depremler geliyor ve içiniz burkuluyor. Felaketler farklı olsa da kurtulma çabası aynı. Özellikle anne ve büyük oğlunun cesaret dolu sahneleri göz dolduruyor.
Karakterler detaylıca işlenmemiş. Sonuçta hedef felaketi yansıtmak. Sadece en büyük çocuk Lucas, hareketleri kadar bakışlarıyla da kendini anlatabiliyor. Diyalogun çok aranmadığı bir öyküde bunu becerebilmek hayli güçken 16 yaşındaki cevher bu duyguyu seyirciye yansıtıyor.

Rotten Tomatoes’tan 80, IMDB’den de 7.7 almıştır. Eleştiriler genellikle olumludur. Takdir toplayan tarafları ise yönetmen ve oyunculardır. Naomi Watss adaylıklarıyla başarısını perçinledi. Gerçi rakipleri karşısında işi zor. Oscar'ı %100 hak edecek performans izlediğimi düşünmüyorum. Beni Watts’tan çok 16 yaşındaki Hollanda doğumlu Tom Holland heyecanlandırdı. Oyunculuktan öte dans kariyeriyle göze çarpan Holland, Londra’da “Billy Elliot the Musical” oyununda yer almıştır. Sonrasında bu filmle genç yaşında şöhrete kavuştu. Oyunculuğuna diyecek tek söz yok, cevher var ve yönetmenin keşfini tebrik etmek gerekiyor. Bu arada Ewan McGregor’dan da birkaç cümlede bahsetmekte fayda var. Filmin ikinci yarısında daha yoğun görünüyor. Yani bir bakıma Watts’la projeyi paylaşmışlar. Watts filmin heyecanlı ve gerilimli anlarını almış, McGregor ise felaketten kurtulan ama kurtulduğuna bir türlü sevinemeyen bölümü almış. Hangisinin işi daha zor diye ayrım yapılamıyor. Bir baba ve bir koca olarak o psikolojiyi kaldırmak kim bilir ne kadar zordur!?


9 yorum:

  1. Ben bu filme uyduruktur diye girmek istememiştim aslında ama şimdi olsa 2.kez izlerim. Nedense çok çok sevdim!!! Bunda Watts'ın da büyük etkisi var tabii ki.Keşke sonu öyle bitmeseydi ama uçakta biteceğine ülkelerine kavuşmuş iyileşmiş olarak bitirselerdi. Yine de çoook beğendim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Spoilera girdi yorum eyvah :)) ben de begendim fakat 2. Kez seyretmem sanirim. Filmin en etkileyici tarafi yasanmis olmasi. Bunu bilerek izlemek ayri bir heyecan veriyor

      Sil
  2. aldığı iyi eleştirilere rağmen bir önyargım var The Impossible'a ama oscar yarışındaki konumu nedeniyle izleyeceğim mutlaka :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmi beğendim ben. Sadece Oscar'lık olduğuna inanmıyorum :)

      Sil
    2. tabii mutlaka öyledir. peki :)

      Sil
  3. Tabii ki Oscarlık değil. O kadar yüzeysel ve klişe dolu Amerikan filmlerinin arasında iş ne? Fazla gerçekçi ve derin kalıyor onların yanında. Keşke Hollywood filmi olarak pazarlanmasaydı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yönetmenin kendini göstermesi için bir seçimdi bu sanırım. Ailenin İspanyol olması hiç inandırıcı gelmedi zaten. Gene de görsellik ve oyunculuk başarılı geldi bana.

      Sil
  4. Kaçırdığım detayları hep senden öğreniyorum..Aile ispanyol muydu? Ben Japonya'da yaşayan İngiliz bir aile olarak izledim :) haklısın yani, İspanyol aile işi biraz yaratıcılıktan uzak kalmış. AMA onun dışında olumsuz pek bir şey diyemeyeceğim, son zamanlarda izlediğim en etkileyici filmlerden biriydi. Yazmışsın ya atmosferde boğuluyorsunuz diye, o hissi gerçekten veriyor izleyiciye. Sanki suyun altında bende beraber debeleniyordum. Doğa karşısındaki çaresizlik, dinler, ırklar, diller ayrı olsa da insanın insana yardımı falan..ne bileyim yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. Tahmin edersin ki tüm film boyunca musluklar açık izledim :) ağla ağla gözlerim şişti. Allah kimseye doğal afet yaşatmasın, sevdiklerimizden ayırmasın diye diye izledim filmi. Çok sevdim, çok beğendim, herkese tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de seyrederken İngiliz diye düşünmüştüm. Sonra filmin orijinal adına bakınca araştırdıktan sonra fark ettim :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...