13 Ocak 2013 Pazar

Beasts of the Southern Wild (2012)

Düşler Diyarı

11 Ocak’ta gösterime giren Düşler Diyarı, 1982 doğumlu yönetmen Ben Zeitlin’in ilk uzun metrajlı filmi olarak dikkat çekiyor. Sundance Film Festivali’nden 2, Cannes Film Festivali’nden en iyi ilk film de olmak üzere 4 ödül almıştır. Tabi bu sadece aldığı 35 ödülden 6 tanesi. Yeni açıklanan Oscar adayları içinde 4 kategoride yarışıyor: En iyi film, yönetmen,  uyarlama senaryo, kadın oyuncu. 93 dakikalık fantastik/dramın senaryosunu, Lucy Alibar’ın “Juicy and Delicious” adlı tek perdeli oyunundan Benh Zeitlin ve Lucy Alibar uyarlamıştır. Baş rollerinde profesyonel oyuncu yok, hepsi yerli halktan seçilmiş: Quvenzhane Wallis, Dwight Henry, Levy Easterly. Filmi izlediğinizde buna inanmanız zor olacak, eminim. Bütçesi 1,8 milyon $’ken, hasılat şimdilik 11 milyon $ civarındadır.

New Orleans kıyılarında Bathtup adlı fakir ama huzurlu bir topluluğun içinde babası Wink’le yaşayan Hushpuppy, altı yedi yaşlarındadır. Durumlarının vahametinin farkında olsa da mutsuz değildir. Bir gün babası anlayamadığı bir hastalığa yakalanır. Bu hastalık, dünyanın tüm düzenini bozar, evleri su altında kalır. Tarih öncesinde yaşayan bizonlar ortaya çıkar ve kıyameti bir nevi getirirler. Hushpuppy küçücük bünyesine büyük cesaretini koyarak evi terk eder. Amacı dünyanın öbür tarafındaki annesine ulaşıp hem babasını hem de dünya düzeniyle mahvolan evlerini kurtarmaktır.

Hayal ve gerçeğin iç içe girdiği, neyin nasıl doğru olduğunu tamamen seyirciye bırakan harika bir projeyle karşı karşıyayız. İzlerken dünyadan ayrılıp kendinizi Bathtup’un ortasında Hushpuppy’le buluyorsunuz. Anlatım o denli masalsı ki bir yandan yaşanan drama içiniz parçalanıyor, diğer yandan Hushpuppy’nin dünyaya bakışıyla yola devam ediyorsunuz. Öyküye ve olaylara bakışınız tamamen size kalmış; ister gerçekçi yaklaşın ve dramın acısı yüreğinizi burksun, isterseniz de Hushpuppy’nin gözünden hayaller kurarak bakın ve hala yaşamaya değer şeyleri fark edin. Bu sözler Hushpuppy'nin umut dolu bir çocuk olduğunu düşündürmesin. O, sadece yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışıyor. Umur nedir, mutluluk nedir çok tatmamış aslında. Nasıl bir türe girer bu senaryo, bilemedim fakat şimdiye kadar izlediğim en ilgi çekici, en karışık ve fakat bir o kadar da sade anlatıma sahip. Senaryonun özünü oluşturan oyunla arasında bazı farklılıklar varmış. Oyun daha hayal dünyasında devam ederken, beyazperdeye daha gerçekçi yanları aktarılmış. Senaryonun hayli sert siyasi eleştirisi de bulunuyor. Dünyayı bizonlar ele geçirmeye çalışırken, hükumet de evlerinden uzaklaştırıp onları başka yere  göndermeye zorluyor. Özgürlük için verilen tepkiyle insan hakları öne çıkıyor.
Yönetmenliğe gelince, bu senaryoyu ekrana aktarmak için teknik bilgiyle beraber hayal dünyasının da kuvvetli olması gerektiğine inanıyorum. Sahne geçişleri, kamera açıları, renk ve kontrast ayarlarıyla hikayenin zenginliği ortaya çıkıyor. Ayrıca belgesel çekimler, olayın gerçek tarafını su yüzüne çıkarıyor. Hayal ve gerçekçilik bu sahnelerle daha net ayrılabiliyor. Konunun apokaliptik tarafı mekan, kostüm, makyaj, dekor detaylarla öne çıkıyor. Barınaklar, kıyafetler, kendilerinin yaptığı derme çatma bot, insanların hijyenden uzak oluşu, yemek yeme içme düzenleri tüm bu hayatın perdesini aralıyor.

Karakter detaylandırmasında Hushpuppy göz dolduruyor. İlk başta kız mı erkek mi olduğu belirsizken, zamanla cinsiyeti ortaya çıkarıyor. Aslında cinsiyetinin önemsizliği bir yandan ima ediliyor. Babasının tüm hırçınlığına, yalnız bırakmalarına rağmen ondan uzaklaşmıyor. Dünyanın öbür tarafındaki annesiyle konuşarak hayatta kalma çabasına giriyor. Kıyamet alametleri ortaya çıkarken hem babası hem de barınakları için çözüm bulmaya çalışıyor.

IMDB’den 7.5, Rotten Tomatoes’tan 85 puan almıştır. Oscar adaylıkları sayesinde IMDB puanı yükselişe geçer diye düşünüyorum. Filmle ilgili gelen tüm eleştiriler olumludur. En çok da senaryo ve yönetmenlik takdir topluyor. Apokaliptik görüntü ve anlatıma aşinaysanız mutlaka seyretmelisiniz!

Filmin göze çarpan oyuncusu kuşkusuz Quvenzhane Wallis’tir. Senenin en genç Oscar adayı olması, performansının beklenmedik başarısını da taçlandırıyor. Rakipleri zor olsa da 2003 doğumlu oyuncu, en azından kırmızı halıda yürüyebilecek. Gerçi hayat sürprizlerle doludur; kim bilir?

Not: Bu filmi sinemada seyretmelisiniz, o büyü kocaman ekranda içinize işliyor!



4 yorum:

  1. bu yılın en çok merak ettiğim filmlerinden ama 10 kopyayla vizyona girdiğinden izleyemedim. diğer yoldan izlemek şart oldu. eline sağlık güzel betimlemişsin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kadıköy'de bile 1 tane sinemada bulabildim. O da büyük salonlardan değildi yani. Umarım seyretme fırsatın olur, teşekkür ederim :)

      Sil
  2. Ya evet İstanbul'da bile zor buluyorsun. böyle kıymetli filmleri en azından 40-50 kopyayla vizyona soksalar.. neyse ki torrent var :) rica ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gişe filmi olmadığı için kopya sayısı az sanırım. Amour bile çok az sinemada vardı.

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...