Meryl Streep ve Jack Nicholson’u
baş rolde görür görmez hiç sorgulamadan ekran başına geçtiğim Heartburn, meğer
yaşanmış bir öyküden beyazperdeye taşınmış. 108 dakikalık dram komedi /
romantik türündeki filmin senaryosu, Nora Ephron’un aynı adlı eserinden uyarlanmıştır.
Üstelik Nora Ephron, kitabını yarı otobiyografik bir roman olarak yazmış. Yönetmen koltuğunda Mike Nichols’ın oturduğu
ABD yapımın hasılatı 25 milyon $’ın üstündedir. Mike Nichols’ı “The Graduate” filminden
hatırlayabilirsiniz; kendisi Oscarlı yönetmendir. Filmin diğer özelliği
ise Nicholson ve Streep’in ilk kez beraber rol aldıkları film olmasıdır!
Rachel, bir dergide yemek köşesi
yazarıdır. Washington Post muhabiri olan Mark’la tanışır tanışmaz birbirlerine
aşık olurlar ve evliliğe doğru ilerlerler. Yalnız Rachel evlilikten
korkmaktadır, zira daha önce başından mutsuz bir evlilik geçmiştir.
Çapkınlığıyla nam salan Mark, bir şekilde Rachel’i ikna eder ve evlenirler.
Evliliği yürütmek adına Rachel her türlü özveriyi gösterir. Peki Mark gerçekten
uslanacak mıdır?
Pek çok film müziklerine imza
atan, Oscar, Grammy ve Altın Küre ödüllü Carly Simon, bu projenin de müzik
çalışmalarını üstlenmiştir. Çok keyif verici, film dışında da dinlenesi bir
çalışma olmadığı aşikar. Tabi dönemin kültürünü taşıdığı da kesin. Sanki
konuyla birebir örtüşmemiş hissine kapılabilirsiniz seyrederken. Mekan, dekor,
kostüm detayları çok başarılıdır. Özellikle mekan olarak seçilen ve bir türlü
tadilatı bitmeyen evle, konunun bağdaştırılması harika düşünülmüştür. Korkuyla
başlayan evlilik, sevginin gücüyle devam ediyor. Taşındıkları eski evin
tadilatı ise onların evliliği gibi; arkalarında kırık dökük anılar bırakıp
kalplerini tekrardan tazelemek isteyen çift ve bir türlü toparlanamayan bir mekan. Evlilikle beraber ev yeni görünüm kazanmaya çalışsa da asla bu süreç tamamlanamıyor. Artık çift de
akışına bırakıp, bu durumu sorgulamıyorlar; tıpkı evlilikleri gibi.
Senaryoya gelindiğinde ise
hayranı olduğum ve 26 Haziran 2012’de yeni kaybettiğimiz Nora Ephron’un
kafasındaki sorunları birebir aktaramadığını hissettim. Sağlam konuyu bir
türlü toparlayamamış da hep aynı notkaya dönmüş gibi geliyor. Giriş, gelişme
var; sonuç yok. Senaryonun tıkanması kurguyla da kurtulamıyor. Senaristin kendi
hikayesi olduğu için elbette bazı şeyleri açıkça dile getirmek istememiş
olabilir. Lakin, kadın karakter o kadar arada derede ki ne yapmak istiyor,
aslında ne yapıyor belli değil. Arada sıkışıp kalmış. Ne terk etmeyi göze
alıyor maddi olanaklardan dolayı, ne de yaşananları kabullenebiliyor. Aslında
çevremizde bu gibi hikayeleri çok duyuyoruz, belki de yaşıyoruz. Elindeki altın
bileziği eşi uğruna bırakıp, sonra geri dönüşü olmayan yollara sapan kadınlar,
çaresizlik içinde kıvranıp duruyorlar. Demek ki 1980li yıllarda da aynı şimdi
de. İşin ilginç yanı sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada geçerli bir sorun.
Hayalkırıklıkları, aldatma, evi bir çatı altında toplamaya çalışma, bölük
pörçük olmuş aşk... İzlerken içinizde ne umut kalıyor ne de heves;
özellikle kadınsanız.
IMDB’den 5.8, Rotten Tomatoes’tan
da 50 alan projeye gelen eleştiriler pek olumlu değildir. Baş rollerdeki güçlü
isimlere rağmen onlar da senaryonun azizliğine uğruyorlar. Nora Ephron’a pası atmak
içimi cız ettirse de acı gerçek bu. Senaryonun uyarlama olduğunu düşündüğümüzde
ister istemez kitaptan aktarımda mı problem var yoksa Ephron’un kafa
karışıklığı daha doğrusu gönül yarası mı daha ağır bastı, merak etmiyor
değilim.
Gülüşüne hayran kaldığım Jack
Nicholson’ın gençlik halini seyredirken diğer yanda Meryl Streep’in güzelliği
göz kamaştırıyor. Bu iki başarılı oyuncuyu yan yana görme şansını yakalamak
için bile Heartburn’ü izlemeye değer!
Meryl Streep ve Jack Nicholson’u ana sayfada görünce zaten meraklandım baştan; ama yorumun çok olumlu değil gibi? İzlenilmeli mi, izlenilmemeli mi yani?
YanıtlaSilOyuncular mükemmel. Senaryo ise bir yere ulaşamıyor, tıkanıyor. Mutlaka izle diyemeyeceğim. Ama sonuçta Streep ve Nicholson..
Sil