16 Kasım 2011 Çarşamba

Yazgı (2001)

Zeki Demirkubuz'un en başarılı üç filminden biri olduğunu düşündüğüm Yazgı’nın  (diğer biri “Masumiyet”) yönetmen ve yapımcısı değişmezken, senaryoyu Albert Camus’un “Yabancı” adlı romanından gene Demirkubuz uyarlamıştır. 120 dakikalık dramın baş rollerinde Serdar Orçin, Zeynep Tokuş, Engin Günaydın ve Demir Karahan yer almaktadır. 38. Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi 3. Film, Jüri Özel Ödülü, en iyi yönetmen, en iyi sanat yönetmeni; Ankara Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu ve umut veren erkek oyuncu (Orçin) ödüllerinin sahibi olmuştur.

Gümrük memuru Musa hayata, insanlara ve yaşananlara gereksiz bir şekilde kayıtsızdır. İradesini kullanmaz, tepki vermez. Musa’nın bu akıl almaz tepkisizliğinin (aslında tepkinin) öyküsü sizi de şaşırtacak!

Masumiyet”teki üç karakterin, “Üçüncü Sayfa”daki kadın karakterin baskın olmasına karşın Yazgı’da bu sefer ana erkek karakter tüm sahneleri öyle bir dolduruyor ki, Engin Günaydın ve Demir Karahan gibi ünlü oyuncular dahi gölgede kalıyor. Demirkubuz’un belki de Serdar Orçin ile projelerde çalışmasının nedenini bu filmde daha iyi anlamak mümkündür. Musa karakteri anlaşılması, dayanması, sabretmesi ve hatta seyretmesi oldukça güç. Olaylara, tekliflere, yaşananlara tepkisiz kalıyor. Aslında tepkisiz görünerek en büyük tepkiyi gösteriyor. Gerçi bu algılama derdine seyreden düşüyor. Zira Musa’da bu tepkisizliği tepki amaçlı yaptığına dair bir bulgu göremiyorsunuz. Belki de çoğumuzun yerli yersiz gösterdiği tepkiler ve isyanlar genelde sonuca ulaşamıyor. Bunu Musa, toplumdaki çoğu bireye oranla daha başarılı yürütüyor: Susarak! He tabi bu bir çözüm mü derseniz, hiç sanmıyorum. Ama Musa’nın umrunda dahi değil. Tüm karakterler bir şekilde onun bu kayıtsızlığına tepki gösterirken o tarafsızlığını ilan ediyor. Sorgulamaktan zaten zamanında vazgeçmiş fakat soru sorduğunuzda bunu tahminden daha yalın bir hale getirecek kadar kendi içinde yaşayıp bitirmiş biri Musa. Diğer yandan Musa’dan net cevaplar almak da imkansız. Belki de hayattan da alınamadığı gibi. Muğlaklık film boyunca volta atarken, siyah beyazı bir kenara bırakıp gri yolunda ilerleyebilirsiniz. O sessiz karakterden en çok duyulan söz “Farketmez”dir. Hem de duymaktan bile bıktırırcasına.

Tıpkı diğer filmlerdeki gibi ölüm ve ihanete (ki gene kadınlar) bir tepkisizlik var. Ölüme ve ihanete “Yaşanıp bitmiş, irdelenmeye değmez” düşüncesini o doğal algılıyor ki “Acaba cidden böyle düşünmek mantıklı mı?” diye içinizden geçirebiliyorsunuz. Aile içi şiddet, düzenin bozukluğu, kadının iffetsizliği ve özellikle erkeklerin kadınlara bakışı ne yazık ki oldukça gerçekçi ve sıradan bir boyutta ekrana taşınıyor. Buna dayak yiyen kadına duyarsızlık da eklenince “Masumiyet” filmindeki kendi çapımda tepkimi ister istemez hatırladım.
Masumiyet”teki gibi televizyon asosyalliğin en büyük kurtuluşu olarak su yüzüne çıkıyor. Burada işin içine çekirdek de giriyor! İzlenilenler gene Türk filmleri ve haberler oluyor. En önemli kararlar, en büyük olaylar, hatta muhabbetler dahi televizyon izlenirken yaşanıyor. İşin kara mizah yanı ise ön planda olan televizyon izlemek, arka planda olanlar ise bu alınan kararlar ve yaşanan olaylardır. Kabulleniş televizyon ile ispatlanıyor. Müzik gene radyo ve televizyondan duyuluyor. Dekor, mekan ve kostüm tasarımları incelikle işleniliyor. Çekirdeğin tabaktan taşması, evlerin vazgeçilmezi ama okunmayanı ansiklopediler, sarı duvarlar, baygın takım elbise renkleri, bekar kadının evlendiğinde giyim tarzını değiştirmesi ve bir türlü kapanamayan kapı! Bir de çoğu filmde yer alan kahvehane ve oranın kültürünün burada da olduğunu unutmamak gerekir. Vazgeçilmeyen mekan olarak neredeyse evlerden önce geliyor!

Yan karakterlerden Sinem oldukça arka plana atılıyor. Gerçi Musa bir bakıma Sinem sayesinde yeni bir hayata ya da olaylara bağlanıyor ama Sinem'i çok fazla tanıma imkanı sunmuyor Musa. Onun kayıtsızlığı izleyiciyi de bilgisiz bırakıyor. Kapı komşusu Necati ise kötü karakter olarak renk katıyor. Diğer yandan, bir iki sahne dışında çok da nefret ettirmiyor kendinden. Seyrederken daha keskin bir karakter olmasını diliyor insan.

İzleyenlerin ve eleştirenlerin genelde en sevdiği sahne elbette (başarılı kurgusuyla) filmin sonundaki Musa ve ceza evi müdürü arasındaki konuşma oluyor. Asıl Musa’yı o uzun diyalogda keşfedebiliyorsunuz. Ceza evi müdürü daha geleneksel yaklaşırken, Musa adamın tezlerini çürütüyor. Fakat gene kendi düşüncesini yansıtmıyor. Sorulara cevap vermesi kendi fikrini savundurtmuyor. Oysa ki normalde karşıdakinin görüşünü doğru bulmadığımızda kendi görüşümüzü ister istemez ortaya çıkarır ve savunuruz. Musa’da bu da yok. Ceza evi müdürünün dahi katlanamadığı bu sakinlik zaman zaman komik bile geliyor. Toplumun bireylere yansıttığı baskılar bize artık normal gelirken Musa bunun gereksizliğini ya da sebebini ceza evi müdürü üzerinden seyirciye soruyor. Belki de genellemelerin yersizliğini vurguluyor. Sürü psikolojisinden farklı bir bakış açısı gelince ceza evi müdürünün tepkisi ise görülmeye değer!

Senaryoya bir de “Yabancı” romanından bakacak olursak; okuyanlardan gelen eleştirilere göre Demirkubuz romanı birebir ekrana aktarmamış. Sadece Musa karakterini esinlenerek yazdığı belirtiliyor. Musa gibi romandaki Mersault karakteri de hayat onun müdahalesine izin vermeden ya da gerek duymadan zaten ilerliyor. Bu durumda herkese ve her şeye yabancılaşma ortaya çıkıyor; tıpkı romanında adı gibi. Demirkubuz ise bu yabancılaşmayı yazgıyla karşımıza çıkarıyor. Bu açıdan bakıldığında benzer düşünceler bulunsa da birebir olmadığı görülüyor. Derin bir karakter detaylandırması projeyi çok etkileyici bir hale sokuyor. Olumsuz gelen eleştiriler filmin felsefi yanının çok olduğunu, ağır lafların edildiği yönündedir. Diğer yandan, dikkatli izlenildiğinde veya diğer Demirkubuz filmleri takip edildiğinde Yazgı'nın oldukça etkileyici fakat sadece "entel" diye tabir edilen kesim için yapılmadığını görmek mümkündür.

Zeynep Tokuş’un bu projede ne için yer aldığını içten içe merak etsem de filmin bütünlüğü içinde çok da rahatsız edici bulmadım. Gerçi Ankara Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülü alması biraz abartılı görünüyor ya neyse. Filmin tartışmasız en göz doldurucu oyuncusu 1976 doğumlu Müjdat Gezen Sanat Okulu mezunu Serdar Orçin’dir. Sayısız tiyatroda yer alarak birçok ödülün de sahibi olan Orçin’i “Alemdar” ve “Maskeliler” adlı tiyatro oyunlarında seyreden biri olarak bu ödülleri fazlasıyla hak ettiğine inanıyorum. Demirkubuz ile “Üçüncü Sayfa”, “Bekleme Odası” ve “Kıskanmak”ta çalışmasının yanı sıra “Abdülhamit Düşerken”, “Barda” ve “Ali’nin Sekiz Günü” gibi akıllarda kalan filmlerde de yer almıştır.

Filmde gelişen olaylara bilerek çok fazla değinmedim. Aslında anlatmadıklarım senaryonun bel kemiğini oluşturmaktadır fakat en az “Masumiyet” kadar izlenilmesi gerektiğini düşündüğümden hevesi kursakta bırakarak ekran başına geçmenizi istiyorum J


6 yorum:

  1. filme derinlemesine bir bakış olmuş. Güzel :)

    YanıtlaSil
  2. ben buraya yorum atmıştım yav çıkmamış mı.. çıkamamış.. ya da yollamadan kapamışım.. neyse, bir daha yazayım.. güzel blogmuş.. twitter'ın öldürmediği nadir yerlerden.. takdire şayan..

    YanıtlaSil
  3. Çıktı çıktı :) Bu hafta Zeki Demirkubuz haftası yaptığım için peş peşe filmleri yayınlıyorum. Üçüncü Sayfa filmine yazılmış mesaj :) Gene de tekrardan teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil
  4. zihnimde bir kayma yaşamışım o zaman :) pardon

    YanıtlaSil
  5. Rica ederim ne demek.. Üst üste benzer afişler görünce doğaldır :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...