Sinemada kaçırdığım için uzun bir
bekleyiş sonrası The Master’ı seyredilenler listesine ekleyebildim. Yönetmen,
senarist ve yapımcı sıfatlarıyla buram buram Paul Thomas Anderson kokan dram,
Kasım 2012’de Türkiye’de gösterime girmişti. 42 yaşındaki Anderson “There Will Be Blood” sonrası tüm
dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış ve Oscar Töreni’nde aranılan filmlerin
adamı olarak listeye eklenmiştir. 138 dakikalık ABD yapımının oyuncu kadrosu
seyirciyi filme iten en önemli ikinci sebep: Joaquin Phoenix, Philip Seymour
Hoffman, Amy Adams. 32 milyon $ hasılata karşılık 26 milyon $ hasılat elde
etmiştir.
II. Dünya Savaşı’nda görev
aldıktan sonra ülkesine dönen subay Freddie Sutton, büyük bir boşluğa düşer.
Savaş bitmiştir ve ne yapacağını bilemez. Çeşitli işler dener, hiç birinde
istediğini bulamaz. Tam bu esnada The Cause tarikatının lideri Lancaster Dodd
ile tanışır. Lancaster, Freddie’nin hayatını değiştirir. Freddie artık
tarikatta önemli bir yere gelir; hatta onun önüne geçer.
Sanırım uzun süredir bu denli
nefret ettiğim ama bu denli etkili anlatılabilen bir baş karakter seyretmemiştim. Paul Thomas Anderson öyle bir
karakter yaratmış ki Freddie’yi sevmek veya anlamak için seyirciye fırsat
tanımıyor. Psikolojik sorunlarıyla çevresindekileri rahatsız edebilen, her türlü
dürtülerini çekinmeden açığa çıkaran ve bundan utanmayan biri. Ailesindeki
problemler nedeniyle haleti ruhiyesini biraz anlamaya çalışsak da aşırılıkları
yenilir yutulur cinsten değil (zehirleme olayı gibi). Gidecek yeri yok, yapacak
işi yok, tutunacak bir dalı ve yakını yok. Her türlü kaybetmişler sınıfına
giriyor. Diğer ana karakter Master lakaplı Lancaster ise Freddie’nin aksine
duygu düşüncelerini gizleyen, zaman zaman şeytani bakışlarla tarikatını yürüten
bir adamdır. Diplomat edasıyla konuşup herkesi kendine çekebiliyor,
evlilikleriyle ailesini genişletirken ailenin önemini de ortaya çıkarmayı
hedefliyor. E tarikat da bir nevi aile sayılıyor onun gözünde. Tek sorunu
tartışmalar karşısında içindeki öfkeyi kusmasıdır.
Savaş sonrası insanların yaşadığı
sosyal, kültürel, ekonomik boşluk içinde döneme bir kaybedenlerin tarafından
bir de bu boşluktan faydalanmaya çalışanların tarafından göz atabiliyoruz.
Lancaster fırsatları iyi değerlendiriyor. İnsanların bir şeye inanmaya,
güvenmeye ihtiyacı var. Bu noktada Cause tarikatı dinin önüne geçip beklenilen
bağlılığı insanlara yaşatıyor. Bir gruba ait olmanın verdiği gücün önemini film
etkili şekilde anlatıyor.
Projeyi izlemek pek kolay değil.
Sabırla hem karakterlere hem de dönemin koşullarıyla birlikte filizlenen
tarikata alışmanız gerekiyor. Gerçi elde onca karakter varken onlara yer verilmemesi
biraz rahatsız ediyor. Örneğin Lancaster’ın eşi Peggy daha ön plana çıkıp Lancaster’ı
besleyebilirdi. Keza çocukları da aynı şekilde etkileniyor bu durumdan.
Neredeyse figürana girecek pozisyona sokuluyorlar. Amaç ana hedeften sapmamak
diye tahmin edilse de öyküyü renklendirmek adına faydalanılabilirdi. Bununla
birlikte yan karakterlerin gereksiz olduğunu asla düşünmüyorum çünkü işin
içinde tarikat varsa topluluğun yoğun gösterilmesi lazım.
Mekan, dekor, kostüm detayları
dönemine göre başarılıdır. Özellikle Freddie ve Lancaster’da kostümleri
(kadınlara oranla) daha net takip edebiliyorsunuz. Kamera açıları, kullanılan
renkler, kurgu, yaratılan derinlik Anderson’ın her filminde bir tık daha
yükseldiğini gösteriyor. IMDB’den 7.5, Rotten Tomatoes’tan 86 alan projeye
gelen yorumlar genellikle olumlu yöndedir. Benim için senenin en iyi filmi
olmasa da oyuncu kadrosu ve Anderson için izlenmesi gerekenler listesinde
yerini almalıdır. Oscar adaylıklarında pek şansı olacağını düşünmüyorum. Hele
Amy Adams’ın bu denli arka planda kalması çok şaşırtıcı geldi. O karakter için
Amy Adams ismine gerek bile yok; kendini gösterecek alan verilmemiş.
Adaylıkları ise aşağıdaki gibidir.
Oscar:
en iyi erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu
Altın
Küre: en iyi erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu
Bafta:
En iyi erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder