2013’ün merakla beklenen yerli filmlerinden Kelebeğin Rüyası 22 Şubat’ta
seyircisiyle buluştu. Şimdiye kadar neredeyse hiç olumsuz eleştiri almaması
senaristliğini, yönetmenliğini yapan Yılmaz Erdoğan’ın kariyerindeki en iyi
proje olduğunu da kanıtlıyor. BKM’nin yapımcılığını üstlendiği 138 dakikalık
dram, yaşanmış öykülerden yola çıkmıştır. Baş roldeki oyunculardan ufak
rollerde yer alan oyunculara kadar harika bir kadro seçilmiş: Kıvanç Tatlıtuğ,
Mert Fırat, Belçim Bilgin, Farah Zeynep Abdullah, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel,
Ahmet Mümtaz Taylan, İpek Bilgin, Emin Gürsoy. Eğer projeye dahil olan
kişilerden birine dahi ön yargınız varsa (benim gibi), bırakın ön yargınızı.
İzlemeye kesinlikle değiyor!
1941’in Zonguldak’ında Rüştü Onar ve Muzaffer Tayyip Uslu, sanat ve şiir aşkıyla Varlık Dergisi’nde şiirlerinin yayınlanmasını beklerler. Bir yandan da memurluk yaparlar. O yıllarda Avrupa’da çok sıkıntılı bir
savaş süreci yaşanırken, madenci kentinde modernleşme çabaları vardır. Bir
gün kasabaya belediye başkanının kızı Suzan gelir. Rüştü ve Muzaffer’le çok
yakın arkadaş olur. Lakin ortada ciddi bir sorun vardır: Rüştü ve Muzaffer
vereme yakalanmıştır; Suzan’ın babası başta olmak üzere çevresi bu iki şairle
görüşmesini asla kabul etmez.
Zonguldak ve İstanbul’un mekan seçildiği proje için epey çaba sarf edilmiş.
105 günde tamamlanan filmde binlerce figüran kullanılmıştır. Ayrıca gerçekçiliği
önde tutmak adına kostümler için hayli kafa yorulmuş, emek sarf edilmiş. Bunu en çok Heybeliada’daki
Sanatoryum’da fark edebiliyorsunuz. Hemşireler, doktorlar, hastalara dikkatle bakmanız yeterlidir. Suzan'ın tenis maçındaki
kıyafetler de hayli seyirlik duyuyordu. Geleneklere rest çekilmeden modernleşmeye geçiş sürecinde etek boyları,
modelleri çok güzeldi. Suzan’ın kırmızı ağırlıklı kıyafetler seçmesi de
karakterin neşesini, canlılığını öne çıkarıyor. Erkeklerde Rüştü ve Muzaffer’in
iki beden büyük pantolonları bele kadar çıkıyor, kemerle zor duruyordu. Hem zayıflıklarını
hem de maddiyatsızlığı bu kadar basit ve etkili şekilde başka türlü anlatmak
mümkün olmazdı sanırım. Maden işçilerinin çaresizliği de gene kostüm ve
makyajla harika ele alınmıştır. Kostümlerden mekan ve dekorlara geçersek, aynı
başarının buraya da taşındığını belirtmek mümkündür. Rüştü ve Muzaffer’in
evleri, Sanatoryum, Halk Evi, maden yatakları ince ince işleniyor.
Görüntü ve sinematografiye göz atacak olursak, dönem filmi için gereken her
türlü detayın yakalandığına şahit olabiliriz. En çoksa renk ve kontrast
ayarları dikkatimi çekti. Maden yataklarındaki grilik hem insanlara, hem de
ruhlarına işlemiş durumda. Bunu mekan ve dekorda da hayli kullanması bir
bütünlük sağlıyor. Suzan’ın ise devletin sıkıntılarından bir haber yaşamı inadına
renkli ve canlıdır. Rüştü ve Muzaffer’in hayatları şiire rağmen ne kadar sade
ve yalınsa Suzan kırmızı ve renklidir. Sonlara doğru kullanılan sarı ve kahve
tonlarıysa insanın içine işliyor, hüzne ortak ediyor. Kamera açıları, görüntü
netliği filmin seyirliğini ciddi düzeyde artırıyor. Türk filmlerinde böyle
görüntü kalitesini izlemek inanın insanı mutlu ediyor.
Gelelim en can alıcı noktalardan bir diğerine: Senaryo! Açıkçası konuya göz
attıktan sonra yoğun bir dram seyredeceğimi düşünmüştüm. Lakin Yılmaz Erdoğan
öyle bir dil yakalamış ki dramın içinde abartıdan uzak, doğal bir mizah var. Göze
batmıyor, şairlerin hayatını dibe vurmaktan çok göğe çıkarıyor. Karakter
detaylandırması mükemmel. Rüştü, Muzaffer, Behçet Necatigil, Suzan, Mediha
bir bir önümüze koyuluyorlar. Kafamızda soru işareti bırakmıyorlar. Hiçbirinin
kalemle hayat bulduğunu düşünmüyorsunuz. Bu kadar canlı hissettirmek de kalemin
kuvvetli oluşundan kaynaklıdır. Tüm bunlarla birlikte, senaryoda konu olan çok
şey var: Zonguldak'taki maden işçileri, modernleşmeye çalışan şehir, verem,
parasızlık, sanat, şiir ve aşk! Konu sayısı çok olunca odaklanmak güç
görünüyor. Lakin her biri birbirine çok güzel yedirilmiş. Yani modernleşen
şehirdeki maden işçileri ve memurlar maddiyatsızlıktan verem oluyor. Buna rağmen
sanat ve şiir onları ayakta tutuyor. Yılmaz Erdoğan bu yoğunluğu 138 dakikada
güzel harmanlıyor. Süre, yazarken çok görünse de sıkıcılığa hiç düşmüyor. Şiirle arası haşır neşir olmayanları dahi sıkmayacak, aksine sevdirecek
diyaloglara sahip. Şiiri, şairleri anlamak; hayatlarına ortak olmak için
izlemek, izlettirmek gerek.
Film gösterime girdiğinden beri herkesin dilinde
Kıvanç Tatlıtuğ var. “Aşk-ı Memnu”dan
sonra “Kuzey Güney”de çığır aşan bir
ilerleme kaydettiğine herkes katılıyor. Kelebeğin Rüyası’ndaki Muzaffer
karakteri için de yoğun uğraşlar verdiği gerçek. İnanılmaz bir zayıflama,
kambur yürüyüş, bir iki mimikle hayli başarılı görünüyor. Sesini kullanmada da epey yol katetmiş. Diğer yandan, filmde
konuşulacak asıl isim Mert Fırat’tır. Şimdiye kadar blogta sadece 4 filmine yer
verdiğim, toplamda 12 projesini zevkle seyretmiş biri olarak gönül rahatlığıyla
yazabilirim ki ses, vücut, mimik kullanımı ve karaktere bürünmeyi harika
beceriyor. Yılmaz Erdoğan Mert Fırat’ı seçerek en isabetli kararını vermiş.
Beni filmde oyuncularla ilgili şaşırtan ve mutlu eden ikinci şey ise çok
ufak rollerde dahi televizyon ve sinema dünyasından tanıdığımız başarılı
oyuncuların yer almasıdır. Çok büyük zenginlik katıyor. Belçim Bilgin’le ilgili
yorum yapmamaya devam ediyorum. Blogu takip edenler onla ilgili düşüncelerimi
az çok biliyor zaten.
çok iyi tepkiler alıyor merak ediyorum. senden de geçer not almış :) büyük bir risk alınarak çok para yatırmışlar umarım karşılığını alırlar. güzel yazı olmuş eline sağlık :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Bu sene sen genel olarak sanki filmleri beğenmiyorsun. Yorumlarda hep bunu seziyorum. O yüzden tavsiye etmemek daha iyi olacak :)
Silhahha senin de dikkatini çekmiş :) çok beğendiklerim de var ama bir çok film de hayal kırıklığı yaşattı. Kelebeğin Rüyası yine iyidir.. :)
Sildaha önce yorum yapmışım ama izlemeden. dün akşam izledim sonunda ve övüldüğü kadar olmasa da beğendim. Yılmaz Erdoğan'ın mizahı yine vardı o da hoşuma gitti :)
SilTürk filmleri arasında ben çok iyi olduğunu düşünüyorum. Oscar aday adayı olunca içimden "Acaba?" dedim; sonra "The Hunt"ı izledim, vazgeçtim :))
Silhiç şansı yok ya maalesef.. The Hunt'ı daha izleyemedim. favorilerden biri gibi şuan zaten :)
Silsonunda izleyebildim filmi. kesinlikte doğru tercih oscar adaylığında fakat belçim bilgin olmamış oraya izlerken melisa sözen geldi direk aklıma.
YanıtlaSilBen de sevemedim o kadını hala. Çok çocuksu bir sesi var, azıcık da yapay geliyor.
Sil