30 Ekim 2012 Salı

Seeking a Friend for the End of the World (2012)


İlk ve Son Aşkım
Öleceğiniz günü bilseniz ne yaparsınız? Dilediğiniz gibi sınırsız yemek mi yersiniz? Elinizdeki tüm parayı mı harcarsınız? Hep yapmaktan korktuğunuz şeyleri umursamadan hayata mı geçirirsiniz? Yoksa sevdiğinizin yanından kıpırdamaz mısınız? Film sizin yerinize buna kendince cevap buluyor. Upuzun ismine rağmen oyuncu kadrosu ve ilginç konusuyla dikkatleri üzerine çeken İlk ve Son Aşkım, 14 Eylül’de Türkiye’de gösterime girmişti. Yönetmenliğini ve senaristliğini Lorene Scafaria’nın üstlendiği dram komedinin baş rollerinde Steve Carell, Keira Knightley, William Petersen, Melanie Lynskey, Adam Brody yer almaktadırlar. 101 dakikalık ABD yapımının bütçesi 19 milyon $ iken, hasılatı 12 milyon $ civarındadır.

Dünyaya hızlıca yaklaşan asteroit, tüm gezegeni yok edecektir. Bilim adamları bile çözüm bulamamaktadır. İnsanoğlunun önünde yalnızca 3 hafta vardır! Dodge, lise aşkını bulmaya yola koyulurken, tanımadığı komşusu Penny de ailesine kavuşmak adına ona eşlik eder. Tabi kıyamet arifesi bu yolculuk hiç de kolay olmayacaktır.

Yaşamınızın bir döneminde mutlaka aklınıza gelen sorudur: Kıyamet kopsa veya öleceğinizi bilseniz neler yapardınız? Bu nedenle herkes kendinden bir şey bulup, konuyu kendince özdeşleştirebilir. Senarist başarılı bir konuya el atıyor. Son dönemde bu sorunun mükemmel örneği “Melancholia”nın kıyısından bile geçemez, o ayrı. İlk ve Son Aşkım’da durum biraz daha dram komedi tadında ele alınıyor. Mekan, dekor, kostüm detayları dünyanın sonuna göre ister istemez kötümser tasarlanıyor. Diğer yandan dram komediyi elde tutmak adına renk seçimleri, kamera açıları felakete sürüklemiyor. Bu da az biraz konuyla çelişiyor. Gerçi hayata nasıl bakacağınızla da ilgili olabilir. “Felaket filmleri” kategorisine girer mi derseniz, sanmıyorum.

Karakterler kendilerini kaybediyorlar. Ya çılgınca eğleniyorlar ya da yağmacılığa başlayıp uç noktada yaşıyorlar. Sonunda gerçekten kıyamet kopacak mı kopmayacak mı diye sorgulamıyorlar bile. Bilim adamlarına güven son noktada anlayacağınız. Dodge, haleti ruhiyesi gereği her şeye duygusal bakıyor. Boşvermişliğini kıyamet arifesinden değil, doğduğundan beri yaşıyor. Bir bakıma kurtuluş gibi görüyor. Sadece içinde kalanları yaşamak istiyor biraz da olsa. Penny ise Dodge’un zıttıdır. Hayatı boşverenlerdendir ama çevresi geniştir ve biraz daha umutla bakabiliyor. Senarist, Dodge kadar Penny’e şans tanımıyor onu anlamamız için. Ya Penny kendi içinde gel gitler yaşıyor ve Dodge kadar net değil, veya senaryo Penny’e yaklaşamıyor. İkilinin arasında geçen yarı romantizm havası da hiç gerçekçi durmuyor, yakıştıramıyorsunuz. Birbirlerine bakışlarında bile kıvılcımı yakalamak imkansız; eğreti duruyor.
Filmin kurgu aşaması ise size hiç heyecan katmıyor. Dodge ve Penny’nin yolculukları beklenilenden çok sıkıcı geçiyor. Manasız öyküler ekleniyor karakterlere. Sebep, sonuç göremiyorsunuz. Başlangıcındaki o güzel sorular, kararlar, kararsızlıklar uçuyor ve yerini vasat komedi filmlerinde insanları güldüremeyen hikayelere bırakıyor. Anlam veremiyorsunuz.

IMDB 6.8, Rotten Tomatoes’tan 55 alan film, sinemaseverler tarafından çok sevilmedi. E haksız sayılmazlar. IMDB’nin puanı sanırım baş rol oyuncularından kaynaklanıyordur. Zira ben de Keira Knightley var diye seyretmek için adım atmıştım. Başlangıcındaki başarıyı devamında yakalasaydı vasat üstü olarak akıllarda kalırdı. Şu anki haliyleyse imkansıza yakındır. Steve Carell’e çok ısınamayan biri olarak performansına yorum yapamayacağım. Sadece izlerken aklıma gelen “Crazy, Stupid, Love” filmi oldu. Oradaki karakteri oldukça benziyor. Sanki rolü tekrarlıyor gibiydi.

Magazinsel ufak bir bilgi vermek gerekirse; Dodge karakterinin terk eden karısı Linda, gerçek hayatta Steve Carell’in eşi Nancy Carell’dir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...