17 Ekim 2012 Çarşamba

Can (2011)


Mayıs 2012’de gösterime girdiğinde seyretme fırsatı bulamadığım Can, tıpkı afişindeki gibi hüznünü içinize yerleştiriyor. Yönetmen koltuğunda oturan Raşit Çelikezer, senaryoyu da yazmıştır. İzmirli Çelikezer’i daha önceden “Ayrılsak da Beraberiz”, “Çocuklar Duymasın”, “Sevgili Dünürüm”, “Gökten Üç Elma Düştü”, “Sakarya Fırat”, “Kılıç Günü” gibi projelerin yönetmeni olarak izlemiştik. 105 dakikalık dramın baş rollerinde Selen Uçer, Serdar Orçin, Yusuf Berkan Demirbağ yer almaktadırlar. Sundance Film Festivali’nde özel jüri ödülünü ve 2011 Altın Portakal Film Festivali’nde seyirci ödülünü kazanmıştır.

Ayşe ve Cemal maddi zorluklara rağmen birbirlerini çok seven bir çifttir. Tek sorunları çocuklarının olamamasıdır. Ayşe’nin tüm karşı koymasına rağmen Cemal yasa dışı bir yolla evlatlık alır; küçük çocuğa Can adını verirler. Cemal her ne kadar elinden gelen yardımı yapsa da Ayşe çocuğa ısınamaz. Bu durum ilişkilerini sekteye uğratır, sorunlar artar. Daha fazla dayanamayan Cemal evi terk eder. Ayşe, hiç istemediği çocukla başbaşa kalır.

Yeni dönem yerli sinemasında izlenmesi gereken aşırı duygusal bir proje Can. Bu duygusallık bizim yerli entrika dolu dizileri aratmıyor değil. Gelen eleştirilerin çoğu da senarist Çelikezer’in dizilerden kalan entrika yaratma çabasını filme aktardığıdır. Ben bu kadar katı bakamadım. Zira karakterler çok hoşuma gitti. Ufacık bedenine sığmayacak yalnızlığı barındıran Can, mutluluğu yakalayamayan Cemal ve tüm sorumluluğu istemediği halde üstlenen Ayşe... Küçük Can’ın anlatması gereken bir öyküsü yok, sessiz sedasız performansını saf çocuk yüzüyle göstermesi yetiyor da artıyor bile. Zaten en iç burkucu sahneler ona ait. Cemal karakteri ise sanki ekran karşısındakilerin tüm tepkilerini kazanmak için yaratılmış. Gene de zaman zaman vicdanınız karaktere kızmaya el vermiyor. Cemal’in üzerine fazla gidildiği aşikar. En zor görev Ayşe’ye verilmiş gibi görünse de seyircinin ve toplumun kızdığı taraf Cemal’dir. Ona haksızlık edilip edilmediği konusunda gelip gitmeler yaşayabilirsiniz. Çocuğu her şeyden çok (hatta evliliğinden bile) isterken pat diye nasıl çekip gider? Pek akıl işi değil. Bunu anlamak için yaşamak gerek sanırım. O ruha girmeden ahkam kesmek kolay.

Ayşe’yi ayrıca ele almak istiyorum. Ailesine karşı Cemal’i seçen, her şeyi arkasında bırakacak kadar aşkla bağlı bir kadın. Koskoca şehirde kimseyi tanımazken sığındığı tek liman Cemal’dir. Hiç istememesine rağmen Can’ı almak uğruna türlü oyunlara giren gene odur. Her şey kocasının istediği şekilde gerçekleşir. Fakat olmayınca olmaz. Kendisinin doğurmadığı çocuğu kabullenemez. O duyguyu Cemal gibi içinde hissedemez. Hem kendi hayatı hem Can hem de Cemal zor dönem geçirirler. Sonuç? Yalnızlık. Dul (aslında hala evli ama yalnız) bir kadın olarak toplumda yaşamanın zorluğunu çekerken, üstüne maddi sorumluluk ve “annelik” eklenir. Sığınacağı bir dalı bile yoktur. Gene de omzu dik çalışır, geçinir ve yaşar. Eksiklikleri var mı? Elbette, hem de çok. Sevemeden bir insan ne kadar başarılı olabilirse Ayşe de o kadardır.
Mekan, dekor, kostüm detayları oldukça başarılıdır. Ayşe ve Can üzerinde gelişen hikayede maddi zorluklar dışında ilgisizlikten arka planda kalan Can için de kostüm tasarımı önem kazanmıştır. Cemal’den çok Ayşe’nin şivesi, yaşadığı toplum ve kültüre uyumludur. Cemal’in bir anda parlayan yaşamı ise inandırıcılığı zorluyor. Öykü ortalama 8 senelik zamanın içinde aktarılıyor. Paralel kurgu biçimi seçilmiştir; şimdiki zaman ve geçmiş zaman iç içe anlatılıyor. Karakterlerin var olmadığı şimdiki zamanda, onlarla ilgili bilgiyi geçmişten alıyoruz. Bu hem heyecanı hem seyirliği arttırıyor.

Filme gelen eleştiriler, aldığı ödüllere rağmen vasat seviyededir. Türk toplumu (daha doğrusu eleştirmenler) senaryoyu beğenmemiştir. Cemal karakterinin önceki ve sonraki hayatı ütopik göründüğü için dizi formatında çekildiğini; sinemaya aynı duygunun geçmediğini daha doğrusu geçmemesi gerektiğini savunuyorlar. Bense Ayşe ve Can karakteri varken bu kadar olumsuz eleştiriyi hak ettiğine inanmıyorum. Dizi yönetmenleri TV’de, sinema yönetmenleri de beyazperdede mi kalmalı?!

Serdar Orçin’i Zeki Demirkubuz filmlerinde bolca övdüğüm için sırasını savıp Selen Uçer’e geçmek istiyorum. Zira filmi beğenmemi sağlayan onun performansıdır. Boğaziçi Üniversitesi mezunu Uçer, Chicago Roosevelt Üniversitesi’nde oyunculuk ve tiyatro dalında yüsek lisans yapmıştır.  Bir yandan tiyatroda aktif görev alan oyuncu, “Anlat İstanbul”, “Bornova Bornova”, “O.. Çocukları”, “Zincirbozan”, “Ara”, “Büyük Oyun” gibi başarılı projelerde yer aldı. “Ara” ile en iyi kadın oyuncu Altın Koza ödülünü kazanmıştır. “İffet”, “Hanımın Çiftliği”, “Deli Saraylı”, “1001 Gece” ise rol aldığı TV dizilerinin sadece bir kısmıdır. Unutmadan özellikle belirtmek gerekir ki “Cam” oyunuyla 2011 Afife Jale en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kazanmıştır. Sadece TV ve beyazperdede değil, tiyatroda da oyunculuğunun kalitesi ispatlanmıştır. Eğer Can filmini seyrederseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...