29 Haziran 2012 Cuma

Quiet Chaos (2008)


Sessiz Kaos
D&R’da büyük bir hevesle DVD avına çıktığımda afişinde Nanni Moretti’yi görür görmez konusuna bile bakmadan aldığım Sessiz Kaos, ölümün ardından geriye kalanların davranışlarını etkileyici şekilde anlatıyor. 112 dakikalık dram, dram-komedinin yönetmen koltuğunda Antonello Grimaldi oturuyor. SandroVeronesi’nin aynı adlı romanından uyarlanmaktadır. İtalyan yapımının baş rollerinde Nanni Moretti, Valeria Golino, Alessandro Gassman yer almaktadır. 28. Uluslararası Film Festivali’nde de seyircilerden oldukça ilgi görmüştür.

Pietro ve kardeşi Carlo, bir gün sahilde iki kadını boğulmaktan kurtarırlar. Eve döndüklerinde ise Pietro’nun karısının öldüğünü öğrenirler. Pietro bir kadının hayatını kurtarırken kendi karısı aynı anda ölmüştür. Küçük kızını tek başına büyütmeye başlayan Pietro, kızını okula bıraktıktan sonra tüm gün okulun önünde beklemeye başlar. Ölümün ve geriye kalanların sorgulamasını içinde sessiz bir kaos olarak yaşar.

Filmin tüm detaylarını bir cümlede toplayacak olursam: Etkileyici ve tekrar dinlenesi müzik çalışmaları; karakterlere ve olaylara gayet uygun seçilen dekor, kostüm, mekan detayları; sade ama bir o kadar zor olan konuyu seyirciye aktarırken yapılan başarılı bir kurgu! Neden mi detayları tek cümlede özetlemek istedim? Bu filmde beni en çok etkileyen senaryonun ta kendisidir. Elbette Nanni Moretti gibi bir şahsın baş rolde oynaması bu belirsiz yoğun duyguları seyirciye hissettirmekte önemli etkendir. Gene de ortada senaryo olmasaydı Moretti’nin kurtaracağı bir şey olamazdı diye düşünüyorum. Uyarlamanın başarısını okuyanlara bırakarak “sessiz kaos” terimini şöyle bir gözden geçirmenizi istiyorum. Birinin hayatını kurtarmanın verdiği şaşkın bir gurur ve sevinci kendi içinde yaşarken dışarıya vurmayan, önemsemeyen bir adam; eve gittiğinde karısının öldüğünü ve küçük kızının tutunacak tek dalı olduğunu görüyor. Film bu kadar dram dolu bir giriş yaptıktan sonra Pietro’dan “acıların çocuğu” modunu bekleyebiliyorsunuz. Pietro ise tam tersi içine atıyor ve kimsenin beklemediği bir sessizlik yemini ediyor adeta. Sanki yaşananlar onu etkilemiyor, hayatı devam ettiriyor. Tek derdi kızına güzel bir hayat sunabilmek. Bu hayatı da onu okulun önünde bekleyerek sunacağına inanıyor; her ne kadar gerçekleri bilse de. İşini, kendini bir kenara bırakıyor. Sanki ağlamak yerine o parkta duruyor. Bir bakıma parkta sessizce çığlık atıyor! Ne yaman bir çelişki! Sahneler peş peşe geldikçe Pietro’nun gerçekten sessiz çığlığını duyabiliyorsunuz. Çevresindekilere inat sakin, durgun  görünüyor; “Ben iyiyim” mesajı veriyor. Böyle bir olayın bırakın aynısını, en ufak bir hastalık dahi başa gelse ne yapar diye düşünüyor insan. Sessiz kaosun içine mi girersiniz yoksa bunu çevrenizle paylaşarak acınızı mı hafifletirsiniz? Pesimistliğe daha yakın biri olarak sanırım ben kendi sessizliğimin içine gömülmeyi tercih ederim. Belki de bundan dolayı Pietro’yu çok samimi ve yakın bir karakter olarak gördüm. Ona inanıyor, yaptıklarını eleştirmek yerine anlamaya çalışıyorsunuz. Kızının yanında bu denli olması bile hatalıyken ona kızamıyorsunuz. Karakter detaylandırması bu açıdan çok başarılıdır. Sürekli Pietro irdeleniyor. “Tek başına dev kadro” tabiri Pietro için biçilmiş kaftan denilebilir.
--- SPOILER --- İçindeki hüznü dışarıya çıkardığı sekansın aslında bir rüya olması ise karakterin en net aktarıldığı bölümdür. Yaşadıklarına ve hayata lanet edercesine, tüm kin ve nefretini kusarcasına yaşıyor. Sonrasında uyandığındaki o sakin hali biraz yürek burkuyor. ---SPOILER --- Filmi bu denli sevmişken “keşke daha önceden kitabı okusaydım” dediğim filmler listesine girmiştir! Tüm bunların yanında, projeye büyük beklentilerle yaklaşmayın. Yönetmenin derdi seyirciyi etkilemek değil! Bir ölümün ardından arkada kalan bir adamın kendi içinde sessiz hesaplaşmasını gösteriyor. Göstermek istediği kitlenin geniş olması ise seyirliği arttırıyor. Belli bir tarafı kapsamıyor; iyi de ediyor. Kaçırılmaması gereken filmlerden değil de, izlenilse beğenilecek bir İtalyan filmi olarak aklınızda kalmalıdır.

Projede beni rahatsız eden tek nokta ise Pietro’nun işi ile ilgili sahnelerdi. Daha doğrusu senaryoda işi çok havada kalıyor. Diyaloglar işin detaya inmesini engelliyor. Sanki net şeyler duyma ihtiyacına kapılıyorsunuz. İşinin önemi ortadayken bunun asıl konuyla bağlanması arasında kopukluklar hissettim. Nanni Moretti’den “The Son's Room”da bahsettiğim için burada “hep aynı nakarat” yapmak istemiyorum. Moretti olmasaydı bu projeyi seyretmek aklıma bile gelmezdi. Tabi eğer o baş rolde bulunmasaydı filmden bu kadar da keyif alamazdım.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...