2009 yapımı olmasına rağmen 15
Temmuz 2011’de gösterime giren 89 dakikalık proje, yanlış zamana mı denk geldi
yoksa sağlam reklam mı yapılamadı; emin değilim. Gerçi yaz ortası gösterime
girmesi zaten büyük bir riskti. Gene de seven sevdi, izleyen izledi. Ben ise
Deniz Çakır’a rağmen merakımı yenemeyip ekran başına koyuldum. Senaristliğini ve
yönetmenliğini Emre Şahin’in yaptığı dramın baş rollerinde Ntare Mwine, Ali Atay
ve Deniz Çakır yer almaktadırlar. Emre Şahin’in ilk uzun metrajlı filmi olduğu
düşünülürse, başarısını pek göz ardı etmemek gerekir.
İstanbul’un en karmaşık
sokaklarında Metin, Godwill ve Sevda’nın yolları tesadüfen (!) çakışır. Üstelik
bu tesadüfe havadan düşen para dolusu bir çanta sebep olur! Kader mi dersiniz,
duaların kabulü mu yoksa sayıların dünyayı yönetmesi mi?
Sezen Aksu ve Ceza şarkıları ile
film en baştan artı puanları kapıyor. Her ikisine de ne gerçek hayatta ne beyazperdede
hayır diyemeyen insanlarız ne de olsa. Yapımcılardan olan Emrah Yücel, ayrıca
projenin afişini de tasarlamıştır. afişi çok beğensem de ön planda Deniz Çakır yerine Ali Atay'ın olması gerekirdi diye düşünüyorum. Gerçi filme adını vermeye vesile olan karakteri Deniz Çakır canlandırıyor ama öne çıkan karakter ne yazık ki Sevda değil. İstanbul’un her daim canlı olan Tarlabaşı’nın mekan olarak seçilmesi çok iyi bir fikir görünüyor. Tarlabaşı için bu bir
ilk değil fakat bu hikayenin özünü yakalayabilmek adına ideal bir mekan. Keza
dekorlar da en az mekan seçimi kadar başarılı. Kullanılan en ufak bir malzeme
dahi hem hikayenin hem de karakterlerin karmaşıklığını harika anlatıyor. Renk
ve kontrast ayarları, görüntü ve ses teknolojisi ile beklenenin fazlasını veriyor.
İlk uzun filmi olmasına rağmen
Emre Şahin insanı hem şaşırtan hem de hayran bırakan bir riski göze alıyor. Çekim
teknikleri ile filme daha çok bağlanmanızı sağlıyor. Fakat tüm bu güzelliklerin
yanında ne yazık ki Şahin derdini tam olarak seyirciye aktaramıyor. Hikaye
vasatın üstüne çıkamıyor. Bilinen yol kesişme öykülerine bir yenilik katmıyor
ve izlerken bu açıdan şaşırtmıyor. Karakterleri seyircinin çözmesine gerek
bırakmadan tek tek anlatıyor. Buna iyi ya da kötü denilemez çünkü her
şekilde kabul gören bir seçimdir. Karakterlerin arkasını kuvvetli bir şekilde
oturtmuş. Soru işareti bırakmıyor. Hatta geçmişleri ile filmi daha da
dolduruyor. Farklı hayatlar, farklı insanlar zıtlığın içinde bir bütünlük
oluşturuyor. Gene de senaryoyu kaleme alışında eksiklikleri görmeden
duramıyorsunuz. Her şeyiyle sizi kendine bağlayan film, senaryosunda kopukluklar yaşatıyor.
Filmin tartışmasız tek oyuncusu var:
Ali Atay! “Vay Arkadaş” filminde bolca övdüğüm Ali Atay, öyle bir performans
sergiliyor ki rol mü gerçek mi; anlamak güç. Senaryoyu okuduktan sonra sanki o
karakterin içine giriyor ve çıkmıyor gibi. 1976 Rize doğumlu oyuncu, “Leyla ile
Mecnun”da zaten kendine beklenenden çok daha büyük bir hayran kitlesi topluyor.
Yeteneğin yanı sıra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro
Bölümü mezunu olması da şans eseri buralara gelmediğini ispatlıyor.
Fena bir Deniz Çakır antipatisi sezdim sende. ehehe.
YanıtlaSilBilmiyorum, belki medyadan kaynaklanan bir antipatidir. Aslında performansı kötü değil ama Ali Atay varken ön planda olması üzücü.
SilBu arada ben Nicholas Cage ve John Travolta'yı da sevmem. Sorun Çakır'da değil bende :p