1 Mayıs 2011 Pazar

The Resident (2011)

“Alamanya’dan oğlum gelecek, evden çıkmanız lazım”, “Bekara ev yok”, “Eve erkek sinek bile girmeyecek”, “Kirayı geciktirdiniz” gibi cümlelerle karşımıza çıkan ak sakallı, elinde tespihli ev sahibi mi dersiniz yoksa ailesinden kalan evi kiraya veren emekli bir teyze mi? Bu filmi izledikten sonra inanın o ak sakallı ihtiyarın da, huysuz teyzenin de ellerinden öpersiniz. Çünkü yönetmenliğini Finlandiyalı müzik ve film yönetmeni Antti Jokinen’in üstlendiği, senaryoyu ise gene Antti Jokinen ve Robert Orr’un paylaştığı The Resident klasik ev sahibi tanımından seyirciyi tamamen uzaklaştırıyor. Başrollerinde Hillary Swank ve Javier Bardem’den bozma Jeffrey Dean Morgan (filmi izlemeye başladığımda Max karakterini Bardem olarak izledim birkaç dakika boyunca) olan 91 dakikalık gerilim/dram kıvamındaki filmin IMDB puanı şimdilik 5.2 olsa da gönlümden azıcık daha yüksek bir puan vermek geçiyor.

Acilde çalışan genç doktor Juliet, Brooklyn’de ucuz fakat büyük bir daireye taşınır. Yoğun iş temposunun yarattığı stres ve özel yaşamındaki çalkantılarla iç içeyken kendince yeni bir hayata adım atma çabasındadır. Yeni ev sahibi Max ise bu yeni hayatına güneş tadında girer (Adam yakışıklı, karizmatik, sevecen; yapacak bir şey yok). Pamuk helva kıvamında yeni evine alışan doktor, evdeyken huzursuzlanmaya başlar çünkü yalnız olmadığını hisseder. Yalnızlığını paylaştığı kişinin (ya da şeyin!) kim (ya da ne?) olduğunu öğrenmek için izleyin görün derim :)

IMDB’den okuduğum kadarıyla, Celine Dion, Shania Twain, Anastacia, Kelly Clarkson ve Thalia gibi bir çok ünlünün müzik yönetmenliğini yapan Jokinen bir röportajında Swank’ten önce bu rolün Jessica Alba’ya verildiğini söylemiş. Neyse ki sonradan Swank projeye dahil olmuş çünkü çoğu filmde kendiyle hesaplaşan, zor bir hayatı olan kadını oynayan Swank bu filmde de çok başarılı bir performans sergilemiş. Yanık teni, kaslı kolları (!) ve hafif makyajıyla cehennemin ortasına düşen güçlü bir doktorun dramını aktarırken insan ister istemez kendini onun yerine koyuyor. 

Javier Bardem çakması diyerek kendisine haksızlık ettiğimi düşünmediğim Jeffrey Dean Morgan ise beni şaşkınlığa uğrattı. O karizmatik ev sahibinin yarattığı sıcak havayı “Allah tependen baksın senin”e çevirerek nerede o “P.S I Love You”daki William dedirtti. Swank ile tekrardan aynı bir projede yer alması konu farklılığından dolayı izleyiciyi rahatsız etmiyor. Max karakterinin diğer yüzünü de oldukça etkileyici oynamış. 1966 Washington doğumlu oyuncu, sinema filmlerinin yanı sıra "ER", "The O.C.", "Supernatural" ve "Grey’s Anatomy" başta olmak üzere bir çok dizide rol almış. Sinemadan daha yakından takip ettiğim kadarıyla söyleyebilirim ki hem romantik komedide, hem dramda hem de korku/gerilim türünde her türlü kılığa girip bunu başarıyla aktarabilecek bir yeteneğe sahip.

Senaryo bilindik olsa da (yeni mekan - yeni hayat ve korku tüneline giriş) bu türü sevenlerin izlerken keyif alacağını düşünüyorum. Yaratması gereken psikolojiden dolayı öykü oldukça karanlık bir atmosferde geçiyor ve bu da zaman zaman sürükleyiciliği azaltıyor. Bir buçuk saat bazen uzun bile geliyor ama zaten daha kısa olması da zaten çok beklenemezdi. Müzik kulakların pasını silemese de yarattığı gerilim ve oyunculuk filmi vasatın üstüne çıkartıyor.

4 yorum:

  1. Tek bir şey söyleyeceğim, bir insan hiç mi ölmez yahu? Anca kafasından vurulunca öldü eheh. Fena değildi, 6.0'ı falan hak eder film bence.

    YanıtlaSil
  2. O öldü ama ben o gecede uyuyamadım. Evin içinde birileri dolaşıyor sandım :)

    YanıtlaSil
  3. Her filme Keira yetişemiyor napalım katlanacaksın :)Oyunculuk fena değildi aslında. Belki de Swank'i sevdiğim için taraflı bakıyorum filme :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...