Amistad’ı ilk kez 13 yaşında
sinemadayken (tabi ki sinemayla ağlarımı ören abimle) izlemiştim. Aklım ne
kadarına yetti ve konuyu anlayabildim mi hatırlamıyorum ama o kadar etkilemişti
ki sonrasında tarihi olaylara merakım artmıştı. Tabi ki o dönemden beri 2-3 kez
tekrar izledim. Yaşanmış bir hikayeden yola çıkarak kamerayı eline alan
Steven Spielberg, unutulmaz 154 dakika yaşatıyor. Senaryoyu David Franzoni’nin
kaleme aldığı ABD yapımının baş rollerinde Morgan Freeman, Anthony Hopkins,
Dijimon Hounsou, Matthew McCounaughey, Nigel Hawthorne, Harry Blackmun, Anna Paquin yer alıyorlar. 36 milyon $ bütçeyle çekilen tarihi
dram, 45 milyon $ hasılat elde etmiştir.
1939 yılının yazında Küba
sahillerinden içinde 50’den fazla Afrikalı köle olan bir gemi hareket eder.
Cinque’nin liderliğinde köleler isyan çıkarırlar ve gemiyi ele geçirirler.
Artık umutludurlar. Kalan iki mürettebata güvenmek zorunda kalarak Afrika’ya
doğru yelken açarlar ama bir Amerikan savaş gemisi tarafından yakalanırlar.
Tabi ki mahkemeye sevk edilirler. Artık savaşılması gereken tek şey vardır:
Özgürlük!
“War Horse” filminde bolca bahsettiğim John Williams, enfes müzikle hikayeyi damarlarımıza kadar geçiriyor. Zaman zaman “Müzik biraz fazla değil mi?” diye düşündürüyor ama çok da rahatsız ettiğine inanmıyorum. Yaşanılan dramı, müziğin çok iyi yansıttığına inanıyorum. Dönem filmi olduğunu göz önüne alırsak mekan, dekor, kostüm detayları göz alıcı geliyor. Gerek mahkeme, gerek hapishane dekorları enfesti. Tutuklu kölelere giydirilen kıyafetler ise merak uyandırıcıydı; gerçekte de öyle kıyafetler giydirmişler miydi diye düşünmeden edemedim. Oldukça kalabalık bir kadro ortadayken karakter detaylandırması çok öne çıkmıyor. Fakat Cinque karakterini sessiz sedasız, sadece hayalleri ve bakışlarıyla bile o kadar güzel anlatıyorlar ki hafiften içiniz cızlıyor. Neden mi? 1) Düştüğü hale üzülüyorsunuz. 2) Ondaki cesaret sizde var mı diye kafanızda soru işaretleri dolanıyor. Senaryonun etkileyici olduğu şüphesizdir. Farklı kutupları çok net bir şekilde aktarıyor. Bunda elbette Speilberg’ün etkisini unutmamak lazım. Kullanılan renklerden tutun da görüntü ve renk teknolojisine kadar yaşanmış bir hikayeyi kalbinizin en derinlere sokuyor.
IMDB’den 7.1, Rotten Tomatoes’tan 76,
Metacritic’ten de 63 puan alan filme gelen eleştiriler genelde olumlu yöndedir.
Olumsuz olanların ana sebebi de olayların çarpıtılmasından ve Speilberg’ten
kaynaklanıyor. Siyasi boyutunu bir kenara bırakırsak yönetmen koltuğunda
Spielberg otururken daha güçlü bir proje bekleyenler var. IMDB’nin puanının
ideal olduğunu düşünerek filmin Oscar’la bağlantısına geçeyim. En iyi yardımcı
erkek oyuncu (Hopkins), en iyi sinematografi, en iyi kostüm ve müzik dallarında
aday olmuştur. Gerçi o sene “Titanic”in Oscar’ı silip süpürdüğünü hatırlarsak
Amistad’ın adaylıklarla yetinmesi olağandır.
Morgan Freeman hayranı olarak elbette
onun filme kattıklarını yazmadan geçemem. Özellikle mahkemenin karar alma
aşamalarında gösterdiği sakin performans çok etkileyiciydi. Bu film için o
karakteri başkası oynayamazdı. Filmin asıl parlayan yıldızı ise 1964 Benin (Batı
Afrika ülkesi) doğumlu Djimon Hounsou’dur. Karakteri o kadar inanarak oynamış
ki daha sonradan filmlerini izlediğimde neredeyse tanıyamayacaktım çünkü
Hounsou’yu kafamda Cinque olarak sabitlemiştim. Oysa ki Amistad’tan sonra “Deep
Rising”, “Gladiator”, “The Four Feathers”, “In America”, “Blood Diamond” gibi
pek çok bilinen projede yer almıştır. Amistad ile en iyi erkek oyuncu Altın
Küre adayı olurken, “In America” ve “Blood Diamond” ile en iyi yardımcı erkek
oyuncu Oscar adaylıklarını kariyerine eklemiştir. “In America”yı seyretmedim
fakat “Blood Diamond”da çok başarılı olduğunu hatırlatmak gerekir. Şansına
küssün ki aynı sene “Little Miss Sunshine” gibi etkileyici bir film sonrası
gerçekten de hak eden Alan Arkin Oscar’ı kapmıştır.
sen tavsiye etmiştin çok da beğenmiştim bu filmi
YanıtlaSilİşe yaramışım, aferin bana :)
Sil