16 Aralık 2011 Cuma

50/50 (2011)

Taze taze Altın Küre adayları açıklanmışken; en iyi film (komedi/müzikal) ve en iyi erkek oyuncu (komedi/müzikal) dallarında öne çıkan 50/50’ye yer verme zamanı gelmişti. Genç yönetmen Jonathan Levine filmi seyirciye ulaştırırken, senaryoyu Will Reiser kaleme alıyor. Projeyi ilginç kılan ise öykünün Will Reiser’ın hayatından esinlenilmesidir. Reiser'ın bu deneyimi mizahi yönden yazması belki de en kilit nokta olarak karşımıza çıkıyor. 100 dakikalık ABD yapımının baş rollerinde Joseph Gordon-Levitt, Seth Rogen, Anna Kendrick, Bryce Dallas Howard ve Anjelica Huston yer almaktadır. 8 milyon $ bütçe ile çekilen filmin hasılatı şimdilik 36 milyon $’ı geçmiş durumda. Türkiye’de gösterim tarihi henüz kesinleşmedi.


27 yaşındaki genç Adam metin yazarlığı yaparak hayatını sürdürmektedir. Bir gün çok nadiren görülen kanser türüne yakalandığını öğrenir. Şansı da tıpkı filmin adı gibidir. Bu süreci en yakın arkadaşı, annesi ve terapisti ile atlatmaya çalışırken hayatını yeniden değerlendirmeye başlar.

Hayatımızın epeyce içinde olan Michael Giacchino, bu filmdeki müzik çalışmaları ile hem mizahı hem de çaktırmadan dramı çok etkileyici şekilde bize sunuyor. Konunun ağırlığı daha doğrusu zorluğu müzikte hafifletiliyor ve bu seyirciyi mutlu da ediyor. “The Incredibles”, “The Family Stone”, “Mission: Impossible III”, “Ratatouille”, “Star Trek”, “Up”, “Let Me In”, “Cars 2”, “Super 8” gibi pek çok filmleri ve “Alias”, “Lost”, “Six Degrees”, “Fringe” televizyon dizileri ile görselliğin yanında bu projelerin kulağa hitap etmesini sağlamıştır. Üstelik Emmy, Grammy, Altın Küre ve Bafta’da bir çok ödül alırken “Up” ile de Oscar’ı kucaklamıştır.

Bir insanı (üstelik 27 yaşında) kansere yakalandığı an itibari ile izleme düşüncesi bile yürek burkarken, filmde bunun çok doğal bir süreç olduğunu görüyorsunuz. Hemen hemen her sene kış aylarında gribe yakalanan biri olarak bile kendime daha fazla eziyet çektirdiğimi hissettim ve utandım. Adam ise bu duruma gayet herkesin başına gelebilir edasıyla yaklaşıyor. Önünde hayatını seçme şansı var: 50/50! Böyle bir durumda çoğu kişinin çökmesi beklenirken o tedavi sürecine başlıyor seyirciler önünde ve olaylar gelişiyor. Filmin sonunda başarıp başaramadığından öte bu yola baş koyması takdire şayan geliyor. İzlerken Adam’ın çevresindeki kişilere zamanla kızabiliyorsunuz ya da aksine hayranlık duyabiliyorsunuz. İnsan ister istemez empati kuruyor çünkü. Bir de aşama aşama tedavi sürecine dahil olmak garip bir etki yaratıyor. Hatta bunu komedi türünde anlatması, diyalogların doğallığı ve sevimliliği çok keyifli geliyor. Bir yandan gözler doluyor, bir yandan durum komedisi edasıyla gülmeden yapamıyorsunuz. Kafanızdaki yükü boşaltıyor. Zaten izlerken mekan, dekor, kostüm gibi detaylara çok dikkat etmiyorsunuz. Senaryo alıp başını yürüyor. Karakter sayısının çok fazla olmaması doğru bir seçim görünüyor. Filmin ideal süresi içinde konuyu aşırı dağıtmadan tek noktada sabit tutmak ve seyircinin ilgisini koparmamak adına her karaktere yeteri kadar yer verilmesi kurgunun etkisini ortaya çıkarıyor.
IMDB’den 8.2, Metacritic’ten 72 ve Rotten Tomatoes’tan 93 puan alan proje olumlu eleştiriler alarak hem filmde emeği geçenleri hem seyirciyi tatmin ediyor. Senaryonun doğallığı kadar oyuncular da göz dolduruyor. Şimdiye kadar çok dikkatimi çekmeyen 1981 doğumlu Bryce Dallas Howard, “The Help” ve bu filmle birlikte bir anda ekrana aslında ne kadar yakıştığını gösterdi. Kanadalı oyuncu ve filmin yapımcıları arasında bulunan 1982 doğumlu Seth Rogen, yer aldığı komedi filmleri ve animasyonlardaki seslendirmesiyle sinemaseverlerin gönlünü kazanıyor. Bunlardan sadece bir kaçı ise şöyle: “The 40-Year-Old Virgin”, “You, Me and Dupree”, “Knocked Up”, “Kung Fu Panda”, “Kung Fu Panda 2”, “Family Guy”, “The Simpsons”. Tür olarak sadece komediyi içeren filmleri ve sadece komedide yer alan oyuncuları çok sevemesem de Rogen bu projeye ve role yakışıyor.

Bu kadar genç ve başarılı oyuncu kadrosunu bir arada görmek çok keyifli oluyor. 1981 ABD doğumlu baş rol oyuncusu Joseph Gordon Levitt, şimdiden en iyi erkek oyuncu Altın Küre adayı olunca eminim merakınız biraz daha artmıştır. Gerçi daha önce “500 Days of Summer” filmi ile en iyi erkek oyuncu Altın Küre adayı olmuştu fakat ikinci kez aday olması kariyerini üst sınıflara çıkarıyor. Filmdeki sakin oyunculuğu ve güzel gülümsemesi canlandırdığı karaktere ayrı bir ruh katıyor. Baştan aşağı sadelik kokan film için uygun bir seçim görünse de aslında bu rol daha önceden James McAvoy’a teklif edilmiş ve son ana kadar onun oynayacağı düşünülmüş. Sonradan çocuğunun doğumu nedeniyle rolü reddeden McAvoy, Levitt’e büyük bir şans vermiş görünüyor.


10 yorum:

  1. Güzel yorumların için öncelikle teşekkür etmek isterim. Bende kendimce filmleri torrent aracılığıyla paylaşıyorum siteme bakarsan sevinirim. Birde daha Türkiyede çıkmadan izlemen bir filmi güzel imkanlara sahip olduğunu gösterir.

    YanıtlaSil
  2. Keşke Türkiye'ye filmler çok geç olmadan gelse ve keşke bilet fiyatları her hafta bir kaç filme gidecek kadar makul olsa.. O zaman seve seve her filmi sinemada izlerdim her sinemasever gibi ama bu sevgiyi ancak böyle değerlendirebiliyorum :)

    Sitene hemen göz atıyorum, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  3. Bugün bilet fiyatlarının bu kadar yüksekte olmasının sebebi avmlerdeki tekelleşmedir. ki son satın alımla birlikte uç noktaları göreceğiz. Sadece bilet fiyatlarını da etkilemeyecek ayrıyeten bu tekel grup istediği filmleri vizyona sokarak bizim beklediğimiz filmlerin vizyona girme şansı bırakmayacaktır. Belki küçük sinemalar kalite yönünden düşüktür ama her türlü film bulma imkanımız vardı.

    YanıtlaSil
  4. Dediklerinize katılıyorum. Tekelleşme büyük rol oynayabilir. Sinema ile ilgili bir iki televizyon programı izlemiştim. Programda Avşar sineması sahibi de bulunuyordu. Uygulanan vergiler o kadar yüksek ki bir şekilde bunu bilet fiyatlarına yansıtmak zorunda kaldıklarını ifade ettiler (bunu sadece Avşar demedi tabi ki. Diğer sinemalara oranla Avşar hem kaliteli hem makul fiyatta). Pek çok vergi sıralanmıştı.

    Diğer yandan, artık küçük sinemalarda da istediğimiz filmler pek bulunmuyor. Yani o filmler için avm ya da markalı sinema salonları olması fark etmiyor artık. Filmin gişe yapması öncelik sırasını kapıyor. Son zamanlarda iki üç kez küçük sinemaları denedim. Ne yazık ki her defasında "Bu son olsun artık" dedim. Konfor bir yana, ses sistemi cidden önem taşıyor.

    YanıtlaSil
  5. İşte benim için çok ayrı yere sahip film. Yorum çok güzel olmuş arkadaşım öncelikle eline, yüreğine sağlık. Gordon Levitt'in sıkı bir takipçisiyim. Bunun nedeni sade içten samimi ve aileden biri gibi gelen tiplemeleri, insanın kendinden birşeyler bulduğu oyunculugu sanırım. Keza 50/50'de benim için duygusal, derinlerde acıklı ama şirin denebilecek samimi bir film. Film bittiğinde arşivimde kesinlikle olmasını istediğim, yıllar sonra bile çıkarıp çocuklarımla izleyebileceğim bir film olduğunu düşündüm. İşte bu samimiyet bende hep kazanıyor. Levitt'in çizgisini bozmadan bu şekilde devam ederek çok iyi işler çıkaracağına inancım tam.
    Ps : Oscar yarışında görmek istediğim filmlerden biriydi..

    YanıtlaSil
  6. We Need to Talk About Kevin ile birlikte benim de adaylar arasında görmek istediğim oldukça sade ama etkileyici bir filmdi.

    YanıtlaSil
  7. Baya oldu indireli; fakat hala izleyemedim bir türlü ya. Ve komikli bir şeyler düşünmüştüm filmi; hiç böyle kanserli falan olduğunu bilmiyordum konunun. Herhalde kapaktaki saç kesimi de ondan kaynaklanıyor. Hıhmm. Yine içeriğe dair iki satırlık bir şey kaptık senden, tenkss.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında dram komedi olarak seyredebilirsin. Gülmelik sahneler bu ağır konuya rağmen çok var :)

      Sil
    2. Filmin ilk 10 dakikasını mı ne izleyip sonra değiştirmiştim, neden hatırlamıyorum.
      Vay be, ineli bu kadar vakit olmuş demek...
      Hala izlemedim! ahaha.

      Sil
    3. Bence seversin, izlemeyi dene.

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...