3 Kasım 2011 Perşembe

Misafir (2010)

"Karayip Korsanları"nın yarattığı heyecanla Mayıs 2011’de vizyona girmesine rağmen çok dikkatimi çekmeyen Misafir, tahminimden çok daha farklı çıktı. Farklı dememin en önemli sebebi de başrol kadın karakterinin ele alınışıdır. Yönetmenliğini ve senaristliğini Ozan Aksungur’un yaptığı ve onun da ilk filmi olan Misafir, 100 dakikalık bir dram olarak karşımıza çıkıyor. Halit Ergenç, Lale Mansur ve Yeşim Ceren Bozoğlu’ndan oluşan oyuncu kadrosu, başarılı bir kast çalışması yapıldığını gösteriyor.

Yıllardır Paris’te çalışan Oktay, memleketi Kütahya’ya döndüğünde uzaklara kaçmasına sebep olan gerçeklerle tekrar karşılaşır. Tam Kütahya’dan gitmeyi planlarken tesadüf eseri uzaktan akrabası olan birinin evinde Ayşe ile karşılaşır. Kendi dünyasında mutsuzluktan ve sıradanlıktan boğulmuş Ayşe, Oktay’da mutluluğu bulur. Fakat bu mutluluğun süresi Ayşe’ye bağlıdır: Paris’e Oktay ile gidecek mi yoksa küçük hayatına devam mı edecek?

Yeni dönem senarist ve yönetmenlerde sıklıkla gördüğümüz taşra hikayeleri bu filmde de kullanılıyor. Taşradan ve aileden kaçan bir adam, taşradaki evinin içinde sıkışıp kalmış ama hayalleri ve arzuları yüksekte olan bir kadın, çok fazla ele alınmasa da aynı boğucu hayatı yaşayan komşusu… Oktay karakterinin eve dönüşü ve geçmişi ile yüzleşmesi daha az diyalogla anlatılırken sahnelerin boş bakışlardan ibaret olmaması seyirciyi sıkmaktan kurtarıyor. Karakter maşallah Behzat Ç. ile yarışır konumda içki ve sigara içtiği için hiçbir sahne boş geçmiyor. Hatta Halit Ergenç filmden önce sigara içmeyen biri olarak günde 5 paket sigara içmek zorunda kalmış ve içtiği rakı da sulandırılmış süt değil gerçek rakıymış (bu da magazin tarafı)! Halit Ergenç’i “Muhteşem Yüzyıl” dizisi ile ortaya çıkan bir oyuncu olarak görmemek gerektiğini bu filmi izlediğinizde de fark edeceksiniz. Bakışları, mimikleri, hareketleri ile sahne ve karakteri dolduran bir başarı söz konusu. Çünkü kaybedeni oynamak ve bu kaybedenliğin içinde parlayan umut ışığını yansıtmanın hiç de kolay olmadığını düşünüyorum. Filmi izlerken “Insomnia” filmindeki Al Pacino’yu hatırlamamak imkansız.

Beni asıl şaşırtan ise Ayşe karakterinin bu kadar cesurca kaleme alınmasıdır. Ayşe’nin cinselliğe bakışı, taşraya hiç uygun (!) görünmeyişi ama dışardan bakıldığında sıradan bir ev hanımı sanılması oldukça etkileyici. Aslında Ayşe’yi incelediğinizde oldukça feminist bir yaklaşımı sezebilirsiniz. Taşralı bir kadında bunu görmek bile filmi izlerken şaşırtıcı oluyor. Oktay da Ayşe de gerçek aşkın peşinde olan yalnızlardır. İkisi de kendine göre kaybedenleri oynasalar da aslında Ayşe kendi çapında bu kaybını telafi eder. Gerçi bunu bir isyan olarak da gösterir yönetmen! Hele bu senaryonun yaşanmış bir hikaye olduğunu duyunca ister istemez şaşkınlık artıyor çünkü ritüellere sığmıyor. Ayşe karakterinden devam ederken kostüm, makyaj, dekor ve mekan detaylarına da değinmek gerekiyor. Filmin önemli sahneleri Ayşe’nin evinde geçiyor. Çinlilere göre aseleti simgeleyen sarı duvar boyası Ayşe’nin tüm evini kaplamış durumda! Gerçi Ayşe bu asaletin peşinde midir derseniz pek sanmıyorum. Sarıya boyanmasının sebebi sıcaklığı, huzuru ve gençliği tetikleyici bir özelliği olmasından kaynaklanabilir. Ayşe’nin kırmızı ruju, ojesi, geceliği, ışığı karakterin şekillenmesinde önemli rol oynuyor. Madam Bovary’i okuması da zaten bu şekillenmeyi tetikliyor. Her ne kadar Ozan Aksungur filmin çok sanatsal olmadığını ve simgelere çok yer vermediğini açıklasa da bir evlilik yüzüğü, kocanın fotoğrafının yanıp sönen çakmakta görülüşünden tutun, yukarıda sıraladığım birkaç detay bile pek çok düşüncenin yerini alıyor. Bu da sanatsal bir bakış açısından kaçış olmadığını gösteriyor.
Müzik, görsellik ve genel kurgu genel olarak izlenebilecek düzeyde ele alınıyor. Ağırlıklı olarak karanlık sahneler yer alsa da (ki amaç karakterlerin duygularını yansıtmak) zaman zaman amatör çekim görünümlü sahneleri görmek de filmin gerçekçiliğini ve inandırıcılığını arttırıyor. Senaryo açısından çok tatmin eden bir başarı olduğunu söylemek zor. Çok sürükleyici bir yapım olduğu da söylenemez. Fakat karakter incelemelerinin başarısını da yadsımamak gerekir. Gereksiz karakter kalabalığına da girilmemesi fazla kafa yormayı da engelliyor. Bununla birlikte, yönetmenin/senaristin ilk filmi olmasına rağmen Halit Ergenç ve Lale Mansur isimleriyle çalışmak onun şansını da gösteriyor. Film ile ilgili en büyük olumsuz eleştirim kesinlikle Yeşim Ceren Bozoğlu’na yapılan haksızlıktır! O kadar dolu dolu bir oyuncu ki ve performansını göstermeye o kadar gönül vermiş ki, komşu karakterine sığmıyor. Yönetmenin ona çok az yer vermesi seyirciyi izlerken rahatsız bile ediyor. Aslında sadece o komşu karakteri sayesinde bile filmin çıtası bir kademe daha yükselebilirdi. Böyle bir imkan varken onun harcanması çok yazık olmuş.

1970 doğumlu Halit Ergenç, TV dizilerindeki başarısını kara kaşı ve mavi gözüne borçlu olmadığını kariyer geçmişine bakıldığında ispatlıyor. Mimar Sinan Üniversitesi Opera ve Müzikal Tiyatro Oyunculuğu bölümü mezunu olan Ergenç, yurt içi ve yurt dışı sayısız müzikal, opera, bale ve tiyatro projelerinde yer almıştır. 2006 yılında en iyi erkek oyuncu Altın Kelebek ödülünü, 2009 yılında da en iyi erkek oyuncu Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro ödülünü almıştır.


2 yorum:

  1. Filmi merak ettim yalnız. Bir de hani Karayip Korsanları dururken bir zahmet ne olursa olsun dikkatini çekmesin zaten, lütfen! ehehe.
    Bir de şey dikkatimi çekti - magazinel olduk yihaley - şimdi Halit Ergenç sigara içmezken günde 5 paket sigara içmek zorunda mı kalmış? 100 dal yani, hem de hiç içmezken? Oha! Yuhunuz! Çüşünüz! Nasıl bir oyunculuk aşkıdır bu? Artık tiryakilerin en üst seviyesinde yerini almıştır ehehe.

    YanıtlaSil
  2. Filmle ilgili araştırma yaparken bir röportajına denk geldim, onun yalancısıyım :) Mesleğini severek yapmanın getirdiği zorluklar sanırım. Ben de inanamadım okurken. Helal olsun cidden. He buna değmiş mi dersen soru işareti bırakırım sadece :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...