19 Mayıs 2013 Pazar

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir (2011)



Tek kopyayla gösterime giren Ekümenopolis, neyse ki çok bekletmeden DVD formatında raflardaki yerini aldı da gönül rahatlığıyla seyredebildim. Mayıs 2012’de gösterime giren belgesel, Türkiye Almanya ortak yapımıdır. 88 dakikalık projenin yönetmenliğini ve yazarlığını İmre Azen üstlenmiştir. Azen’in ilk uzun metrajlı belgeselidir. Alıp izlemekte fayda olduğunu detaylara girmeden belirtmek isterim.

1980 yılında yapılan metropolitan planlamasına göre İstanbul’un kaldırabileceği nüfus 5 milyondu. Bugünkü sayı 15 milyonu aşmıştır. İmre Azem, İstanbul’un destursuz büyümesini, kent planlamasının nereye gittiğini, Marmaray - 3. Köprü - Toki projelerini, kentin yeni rant mekanlarını çarpıcı örneklerle sunuyor. İstanbul güzellikler şehriyken neden kaos şehrine döndüğünü ispatlıyor.


Öncelikle, nedir bu “ekümenopolis” kelimesi? DVD’de yazılanı aynen aktarmak istiyorum. “1967 yılında yunanlı şehir plancısı constantinos doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları göz ününe alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terim”.

Siyad 2011’de en iyi belgesel ödülü ve 2011 Saraybosna İnsan Hakları Ödülü’ne sahip olan proje, özellikle İstanbul’da ikamet eden insanların yüzüne tokat misali gerçekleri vuruyor. Bilinçli toplum olalım olmayalım çoğu insanın bu denli detaylara indiğini ve bilgi sahibi olduğunu sanmıyorum. Tamam, örneğin 3. Köprü’nün çevreye vereceği zararı tahmin edebiliyoruz. İstatistiklere dayanarak veya derinlere inebiliyor muyuz? Hayır. Basına zaten izin verilmez. Görsellik, çizimler, grafikler işin ciddiyetini ve gerçekte ne kadar kritik bir noktada olduğumuzu kanıtlıyor. Çekim ve anlatım da belgeseli izlenebilir kılıyor. Belgesel izlemeyi tercih etmeyenlerden olsanız dahi sizi kendisine çekiyor (belki yaşadığım şehirden dolayı böyle hissediyorum).

Gelelim tartışılan konulara ve projede yer alanların bakış açısına. İstanbul’u finans merkezi yapma hedefi, çarpık kentleşme, betonlaşma, yeşilliklerin yerle bir edilmesi ve yerine köprüler, yollar, AVM’ler, yerleşkeler yapılması, sınıf ayrımı yaparak alt gruptakileri kent dışına sürükleyerek onların mekanlarını “rant” haline getirme 88 dakikanın özeti olabilir. Köprüler ve yollar neden yapılıyor? Trafiği azaltmak için mi? Evet, halkın büyük kesmi buna inanıyor. Lakin, örneğin 3. köprü trafiğin azalmasında rol oynamayacak. Bunu sayısal verilerle de ispatlıyor belgesel. Amaç trafiği azaltma değil, İstanbul’da yeni merkezler yaratmak. Bu merkezler için yeşil alanlar kullanılıyor ve İstanbul’un nefes almasını sağlayan kuzey kesime doğru yıkım başlıyor.
Yeşillikler haricinde daha vahim konu toplumlar arası ciddi bir çizgi çekilmesidir: Alt ve üst tabaka! Çizgi Toki ile güzelce örneklendiriyor. Maddi yetersizlikler içindeki insanları yerlerinden edip (örneğin Ayazağa) toplu yaşam merkezlerine yönlendiriyorlar. Yani hepsini bir yere koyup ayak altından çekmeye çalışıyorlar. Bunun özeti de “ötekileştirmek”ten başka bir şey olamaz.

Peki, belgeselde soru işareti bırakan yerler yok mu? Bir kesime göre var. Örneğin, eleştirilen pek çok noktaya çözüm getirilmemesi eleştirilerin başında geliyor. Gerçi bu denli çarpık kentleşmede çözüm ne olabilir, o da ayrı tartışılır. Gecekonduların yıkılması öncesi ve sonrasında halkla konuşuluyor, dertleri paylaşılıyor. Fakat gecekonduya alternatif çözüm net getirilemiyor. Tüm gecekondular içinde sınırlı sayıda tapusu olanlar üzerine değinilmiş. Diğer yandan, örneği tekrar 3. köprüye getirecek olursam (bu aralar buna taktığım için hazır fırsat hep öne sürüyorum) köprüyü trafiği rahatlatmak için çözüm gösteriyorlar. Belgesel de eğer bahane trafikse arabaları teşvik etmek yerine toplu taşıma araçlarını cezbedici hale getirin diyor. Gayet mantıklı yaklaşıyor. Bu denli pahalı benzin “içen” bir ülkeyken toplu taşıma araçlarını “alt sınıfın bindiği araç” diye görmek cehaletten başka bir şey değil. Metrobüs, dolmuş, minibüs kullanmaktan hiç çekinmeyen biri olarak rahatlıkla belirtebilirim ki toplu taşıma araçlarında iyileştirilmeye gidilse insanlar trafikten kurtulmak için yöneleceğine eminim. Tabi motorlu taşıt vergisi bile taksitlendiriliyorsa, araba satışlarında % 0 faiz (o da ne demekse artık?) uygulanırsa insanlar araca elbette yönelir.

Köprü dışında ön görülen çözümler çok tatminkar gelmedi. Yapılamayacak veya sorunu çözemeyecek olarak görmüyorum. Sadece bu koşullar altında ilerlemesi hayli zor görünüyor.

Belgeseldeki tüm eleştirilerin hedefi ise siyasi liderlerdir. Okları tek tek saplıyorlar. Ulaşır mı derseniz, ne yazık ki hayır. Konu sadece İstanbul’u kapsıyor görünse de 88 dakika bittikten sonra fark ediyorsunuz ki tüm Türkiye aslında kaosun eşiğinde ama odak noktası İstanbul. Ekümenopolis gözümüzü ciddi oranda açmamızı ve düşünmemizi sağlıyor. Lakin sonrasında neler yapacağınız /yapamacağımız da ortada ...

Belgeselde en sevdiğim soru ise şu: Central Park’ın göbeğine otel yapabilir misiniz? Hayır! Gerisini siz tahmin edin...


2 yorum:

  1. çok güzel bir belgeseldi özellikle araba konusuna katılıyorum insanlar böyle heryere arabayla gitmeye devam ederse 10 sene sonra hiç hareket edemeyecekler istanbulda

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...