Eski arabeskçi, yeni yönetmen
fursayısında öne çıkan Özcan Deniz, tekrar bir projeyle sinema salonlarında
yerini aldı. Tabi Kasım 2012’de gösterime giren filmi sinemada izlemediğim için
yeni yorum yazabiliyorum. Yönetmenliğini ve uyarlama senaryosunu (bir Kore
filminden uyarlanma) Özcan Deniz’in üstlendiği filmin baş rollerinde Fahriye
Evcen, Özcan Deniz, Özay Fecht, Sait Genay yer almaktadırlar. 91 dakikalık dram
ve romantik türlerindeki filmin gişe hasılatı ise 2,5 milyon TL’den fazladır!
Gidenlerin çoğunun fragmandan etkilendiğine de eminim!
Hüzünlü bir ayrılık sonrası baba evine
dönen Leyla, babası ile arasını düzeltmek için çok çaba harcar. Hem kendini
toparlamak ister hem de babasıyla ilişkisini. Bu süreç içinde İskender’le
tanışır. Yetimhanede büyümüş İskender, çok zorlu bir çocukluk ve gençlik
geçirmiştir. Kaskatı yüreğini Leyla yumuşatır. Bu beklenmedik ilişkinin peşini
ise zalim kader bırakmaz.
Elimden geldiği kadar önyargıları bir
kenara atıp her türden ve isim ayırt etmeksizin film seyretmeye çalışıyorum
(Western’de hala çok zorlansam dahi). Özcan Deniz projesini de bu yolda
izlemeye karar verdim. Fragmana göz atınca “Ya Sonra” gibi orta düzey
bir film (kadınları aşağılamasına rağmen) çıkacağını umuyordum. Mekan, dekor,
kostüm seçimleri gayet başarılı. Göze çarpan, dikkat uyandıran, filme artı
puanlar kazandıracak tasarımlara el atılmış. Görüntü kalitesi ve renk kontrast
ayarları da keza aynı başarıyı elinde tutuyor. Kamera açılarını, sahne
geçişlerini beğenemesem de kabul edilebilir konumdadır. Süresi de böyle ağır
bir drama göre gayet iyi ayarlanmış.
Senaryonun ana konusu dram için hayli
etkileyici. Büyük bir aşk ve sonrasında hastalıkla yüzleşen çift. Oturup
ağlamanızı sağlayacak bir yapısı var. Hatta dram biraz da trajediye dönüşüyor,
dozu artıyor. Özcan Deniz elindeki bu fırsatı kullanabilmiş mi? Kesinlikle
hayır! Sulu göz olan ben, hiç bir sahnede duygulanamadım, gözlerim dolmadı.
Kaldı ki konu aynı olmasa da benzer pek çok dramı seyrederken kendimi kötü
hissetmişimdir. İlk sorun kurgu. Sanki atlı kovalıyor gibi o kadar hızlı
geçiyor ki sahneler, ne duyguyu yansıtıyor ne de hikayeyi özümsemeye fırsat
bulabiliyorsunuz. Yan öykülere yer vereceğine ana konu üzerine odaklanıp yoluna
devam etseydi ve kurgulamada çoğu sahneyi kırpmış havası yaratmasaydı eminim
film daha üst basamaklara çıkardı. Aralarda bağlantı kuracağım diye göbek çatlatıyorsunuz.
Leyla’nın geçmişiyle bir anda İskender’le olan hayatı arasında hangisi daha
önemli, geçmişe neden o kadar yer verildi; anlam veremiyorsunuz.
Karakter detaylandırması tam istediğim
gibi yapılmış. Örneğin İskender’in geçmişi, neden soğuk ve duygusuz göründüğü
tek tek inceleniyor. İskender’le ilgili aklınızda soru işareti kalmıyor. Benzer
durumu Leyla için de geçerli. Yüzleştiği sorunlara karşı tepkisi, insanlarla
ilişkisi, hayata bakış açısı net. Tabi bu arada Leyla geçmişini pat diye
unutuyor, ders çıkarmadan İskender’le yeni hayata “hop” atlıyor. Sebep? Aşk.
Saygı sonsuz. Tüm bu güzel detaylandırmaların olumsuz geri dönüşü ise tekrar
kurgu ve olayların bağlanamamasına dönüyor. Hep şu soru kafama takıldı: Önemli
olan Leyla ve İskender’in bireysel olarak geçmişi mi yoksa onların çift
halindeki şimdiki zamanı mı? Kesin bir ayrım yapılamıyor. Sürekli bir geriye
dönüş var. Ana temanın ne olduğu konusunda net sonuca ulaşamıyor.
Oldum olası kasıntı halini sevemiyorum
Özcan Deniz’in. İskender karakterini seyirciye aktarırken (kendisi yönetmen
olunca tabi) o kadar yakışıklı, karizmatik yansıtıyor ki “Yahu bırak ben karar
vereyim karakteri beğenip beğenmeyeceğime” demek zorunda kalıyorsunuz. Özcan
Deniz’e bakınca “Hani nerede yüz ifadesi, mimikler?” diye sormaktan kendimi
alıkoyamıyorum. Fahriye Evcen’in “Yaprak
Dökümü”ndeki kalın tona kaçan sesini bilmiyor olsam Leyla karakterinin o
iticiliğin doruk noktasındaki ince çocuksu sesine demediğimi bırakmazdım.
Kulağımı tırmaladı, filmi bırakmak istedim. Fakat Evcen’in kendi doğal hali
değil, karakterin doğal haliydi. O yüzden olumsuz eleştirmek doğru değil.
Özcan Deniz güzelim dram yüklü konuyu
kotaramadan hasılat rekoruna yaklaştı ya, helal olsun. Reklamın böylesine şapka
çıkarmak lazım. Fragmanla gerçeğin bir olmadığı filmlere örnektir.
Unutmadan
belirtmem gerekir ki müzik seçimleri felaket! Yerli duygusal bir filmi yabancılaştırmak
niye? “Sen yarim idin” şarkısına
kanmayın. O kadar kısa süre kullanılıyor ki etkisi falan kalmıyor. Özcan
Deniz’in projelerinde klasik müzik kullanma hevesini hala anlamış değilim.
Klasik müziği dinlemek ayrı, eldeki senaryoya uyarlamak ayrı. Klasik müzikle
filmin sınıf atlayamıyor, uyuşması lazım! Seçilen şarkılara, müziklere karşı
değilim; filmle uyuşmamasına karşıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder