9 Şubat 2012 Perşembe

The Girl With The Dragon Tattoo (2011)

Ejderha Dövmeli Kız
2009 İsveç yapımını keyifle izlemiş biri olarak, 2011 yapımının en iyi kadın oyuncu, kurgu, görüntü yönetimi, ses kurgusu ve ses miksajı dalında toplam 5 dalda Oscar adayı olması tekrardan izlememe vesile oldu. Tabi bu sefer ABD, İngiltere, İsveç, Almanya yapımı olarak karşımıza çıkıyor. 155 dakikalık gerilim polisiye türünü David Fincher yönetirken, Stieg Larsson’ın aynı adlı eserinden Steven Zaillian kaleme alıyor. 90 milyon $ bütçeye karşılık 185 milyon $ hasılat eden filmin baş rollerinde Daniel Craig, Rooney Mara, Christopher Plummer, Stellan Skarsgard, Steven Berkoff, Robin Wright yer alıyorlar. Türkiye’de de 13 Ocak’ta gösterime girdi.

Ünlü gazeteci Mikael Blomkvist, asılsız bir iddia ile suçlandıktan sonra kendini temize çıkarmaya adar. Bu arada İsveç’in en zenginlerinden Henrik Vanger, geçmişte yaşanan bilinmeyen bir olay sonucu kaybolan yeğenine olanları öğrenmek için Blomkvist’i tutar. Milton Güvenlik adına çalışan “hacker” Lisbeth Salander, Blomkvist’in geçmişini araştırmaktadır. Yolları bir şekilde Blomkvist ile çakışır ve ardı arkası kesilmeyen bir serüvene girerler.

The Social Network” ile Oscar ve Altın Küre’yi kucaklayan Atticus Ross ve Trent Reznor, gerilim türüne yakışacak harika müzik çalışmaları sunuyorlar. Filmden ayrı olarak oturup dinlenebilecek türden hem de. Her ne kadar kitabı hala okumasam da (okumayacağım) daha önceden İsveç yapımını seyrettiğim için kafamdaki oyuncular, görsellik, genel kurgu şekillenmişti. 2011 yapımını izlerken ister istemez çok büyük heves yoktu. Diğer yandan ortada David Fincher gibi bir gerçek var! Onun kamerasından izlemek elbette filme bambaşka bir heyecan katıyor. Kurgusunun sağlamlığından şüphe duymamak gerekir. Ana konu tek görünse de pek çok parçadan ve karakterden oluşan öyküyü toparlamak hiç kolay görünmüyor ama izlerken asla kafanız karışmıyor; her şey yerli yerine oturuyor. Hatta gidişatı ve sonunu bilseniz dahi sürükleyiciliğini koruyor. Mekan, dekor, kostüm detaylarına gelindiğinde ise tabi ki dövmeler göz alıcı görünüyor. Henrik Vanger’in malikanesinin karlar içindeki görüntüsü ise göz kamaştırıcı! Evin iç dekoru, insanın iliğine kadar işleyen ailenin soğukluğunu mobilyalarla hissettirmesi detayların başarısını gösteriyor. Filmin başlangıcındaki tanıtım yazılarının olduğu sahneleri özellikle çok beğendim. Seyirciyi gelecek 155 dakikaya hazırlıyor. 155 dakika çok uzun bir zaman dilimi olduğundan insan ister istemez filme başlamaya üşeniyor lakin hiç sıkıldığımı hatırlamıyorum. Öykünün sürükleyiciliği buna engel oluyor. Görsel efektler, ses teknolojisi, renk seçimleri türe göre epeyce etkileyiciydi. Karanlık geçmişin anlatımı yanında zengin İsveç ailesinin görkemi ışıklandırmalarla daha da belirginleşiyor.
IMDB’den 8.1, Metacritic’ten 71, Rotten Tomatoes’tan da 87 puan alan projeye yapılan yorumlar genellikle olumlu yöndedir. David Fincher’ın ustalığı filmin çıtasını hayli yükseltiyor. Zaten bu senaryonun altından anca David Fincher kalkabilirdi diye düşünüyorum.

Filme gelen olumlu eleştirilerden biri de baş rol oyuncularından Rooney Mara içindir. Benle yaşıt olan ABD doğumlu oyuncunun gerçek halini görünce filmdeki başarısını anlamak mümkün olabilir. Serinin devam iki filminde de oynayacağı duyurulan Mara’yı daha önceden ufak çaplı rollerde izlemiştik. Asıl çıkışını ise “The Social Network”teki Erica rolü ile yaptı. David Fincher’ın gözüne bu filmde girmiş olacak ki devamında beraber çalışmayı garantilemiş. Tamam; performansı gerçekten iyiydi lakin şunu da kabul etmek gerekir ki bu seneki Oscar adayları içinde ön plana bile çıkmamalı!

Diğer yandan, filmdeki favorim oyuncum kuşkusuz Christopher Plummer idi. 1929 Kanada doğumlu eşsiz oyuncu, 82 yaşında olmasına rağmen hala herkese taş çıkartıyor. Adam yaşlandıkça mı devleşiyor; anlamak çok kolay değil. “Beginners” ile en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar adayı olsa da bu rolü ile gayet başarılı görünüyor. “Beginners”ı henüz izlemediğim için yorum yapamıyorum fakat hala bir Oscar siftahı yapamaması Akademi’nin ayıbıdır sanırım. Sarı saçlı soğuk bakışlı Daniel Craig’e yazacak çok cümlelerim yok. Zira ben bu İngiliz oyuncuyu hiç sevemedim, sevemeyeceğim. Başarısız olması ile ilgili değil sorunum. Kafama taktığım ve ısınamadığım oyunculardan biri sadece. Belki de muhteşem performansla karşıma henüz çıkamadığı içindir. Aynı nakarat hep aynı aynı… Şu da var; eğer bu adama ve 155 dakika olmasına rağmen filmi beğendiysem David Fincher içindir.


7 yorum:

  1. Filmi hazır bu kadar beğenmişken sakın kitabı okuma. Son 20 dakikası filmle ilgili bahsettiğin bütün bu mükemmel şeyleri bitirdi benim için. Proje ilk açıklandığından beri bu filmi bekledim ben. Sonuç ise tam bir hayal kırıklığı

    YanıtlaSil
  2. Bende nedense çok satılan kitapları okumama huyu var. Meşhur olunca büyüsü gidiyor sanki. Bu laftan sonra zaten okumam :)

    YanıtlaSil
  3. Birde Fight Club gerçeği var tabi. Fincher 'ın ilk kitap uyarlaması bu kadar mükemmel olunca, hatta favorim olunca beklentim çok yüksek sanırım. Ama bunun beklentiyle alakası yok filmin sonunun kitapla alakası yok neden böyle bir şey yapmış anlamadım. Çok doluyum bu konuda ya :D

    YanıtlaSil
  4. Tamam şimdi derin bir nefes al ve sakin ol, geçti :) Fight Club çekileli yıllar oldu ve gelmiş geçmiş en akılda kalıcı proje sıfatını da elinde tutuyor. Önemli olan başarısı, detaylara takılma :) O kadar çok Fight Club deniliyor ki ben de bloga yazsam mı ne?

    YanıtlaSil
  5. Fight Club yazısını bir gün mutlaka yazacam bende ama özel bir günü bekliyorum. Çok detaylı derin bir yazı olacak. Hayatımın en detaylı film yazısı olarak kalabilecek türden bir şey :) soruna gelince yaz tabi. Fight Club sız sinema blogumu olurmuş :P

    YanıtlaSil
  6. Tamam, birlikte davayı çözecekleri çok açık. Ama yine de, ben artık şunları kesiştirin ulaaan, diye naralar atmış olabilirim izlerken filmi. ehehe.
    Evet, bir David Fincher gerçeği var filmde dediğin gibi, beklentiler yüksek yüksek tepelerde oluyor zaten ve o giriş sahnesine ben de bittim. Filme karşı beklentileri daha da yükseltiyordu benim nezdimde.
    Filmi izlerken ben de pek sıkılmadım. Ama yine de, sonlarına doğru... Ne bileyim, biraz gereksiz uzun yahu sanki.
    Ama cidden, dövmeli kızın performansı baya iyiydi, bence.

    Daniel Craig; James Bond iken burada Sherlock Holmes olmuş biraz. ahaha. Yorumlayan klavyene sağlık, cidden, iyi ki bulmuşum senin blogunu. Seviyorum yazılarını. - Bunu da öyle belirtesim geldi. ehehe. -

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aman efendim teşekkür ederim bu güzel yorum için. Şımardım :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...