
Babasını yeni kaybeden Oliver, anne - babasının ilişkisi ve babasıyla kendi ilişkisindeki sorunları kafasında çözemediği dönemde romantik bir ilişkiye başlar. Hem Oliver, hem de Anna kolay görünmeyen çocukluk/gençlik yaşamışlardır. Geçmişin gölgesinde ilişkileri sınanıp durur.
Roger Neill, Dave Palmer ve Brian Reitzell’in çok keyifli sunduğu müzik çalışmalarını film dışında da dinlemek için can atıyorum. Seyrettiğim günden beri sahnelerden çok müzikler hatırımda kaldı. Brian Reitzell’i zaten “The Virgin Suicides”, “Lost in Translation”, “Marie Antoinette”, “30 Days of Night” filmlerinden hatırlamak mümkündür. Konunun ilginçliği seyretmek için büyük bir etken görünse de senaryonun tam oturtulamadığına inanıyorum. Eksik olan, tamamlanamayan ve seyirciyi tatmin edemeyen bir şeyler var. Oysa ki kaç kişinin başına böyle ilginç hikaye gelebilir ki? Ve kaç kişi Oliver gibi bunu kabullenebilir ki? Yönetmen ve senarist aynı kişi olsa da kafasındaki güzel malzemeyi yeteri kadar kullanamıyor Mills. Aslında diyaloglarda, dram komedinin etkileyici öğeleri bulunuyor. Filmde ister istemez gülümsemekten kendinizi alamıyorsunuz. Keşke arada sıkışmış kalan senaryo daha belirginleşseydi de Oscar için güçlü bir aday olsaydı. Gerçi bağımsız Amerikan filmlerinden biri olduğunu düşünürsek, tek adaylık bile başarı sayılabilir. Senaryonun aksine kurgunun daha çekici olduğunu düşünüyorum. Geri dönüş sahneleri filmin türüne göre kafa yormuyor ve soru işareti bırakmıyor. Aksine keyifli bir hale sokuyor. Zaten gizem gerekmeyen bir hikayede çok üst seviyelerde kurgu beklenmemeli. Mekan, dekor, kostüm gibi detaylar epeyce sade görünüyor.
IMDB’den 7.2, Rotten Tomatoes’tan 84, Metacritic’ten de 81 alan film, olumlu eleştirilerle beni biraz şaşırtsa da bunun oyuncularla bağlantılı olduğuna inanmak istiyorum. Sonuçta ortada bir üstat var! “The Girl with the Dragon Tattoo”da beni kendine hayran bırakan Christopher Plummer, oradaki rolünün neredeyse tam zıttı bir şekilde eğlenceli çıkıyor karşımıza. Bunca yıldır Oscar alamamışken bu rolle alırsa sevinir miyim üzülür müyüm, emin olamıyorum. Performansına diyecek çok, harikaydı ama Oscarlık olmamalı. “My Week with Marilyn” filmini izlemediğim için onu şimdilik listeden çıkarırsam Nick Nolte gibi bir gerçek var ortada. Gerçi “Extremely Loud and Incredibly Close”daki rolü ile Max von Sydow da iddialı görünüyor ama çanlar Plummer için çalıyor sanki?! Oynadığı karakter çok itici gelse de (bu onun başarısını gösterir ya neyse) 1983 Fransa doğumlu Melanie Laurent’i bu filmde çok beğendim! Çelişkinin ben de farkındayım. Gene de Anna rolüne yakıştığına inanıyorum. “Inglourious Basterds” filmi ile Fransa dışında üne kavuşan oyuncu, bu bağımsız filmle daha da öne çıkacak gibi duruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder