16. Nünberg Türkiye-Alman Film Festivali’nde en iyi film ödülünü aldıktan sonra gösterime giren proje, Türkiye, Almanya, Hollanda yapımı bir film olarak karşımıza çıkıyor. Dram komedi türünde başarılı sayılabilecek 101 dakikalık filmin en büyük silahı şüphesiz ki İlker Aksum’un baş rolde oynamasıdır. İlker Aksum’a Fatih Al ve Güneş Sayın eşlik ediyor. “Tatil Kitabı” filmini kaleme alıp yöneten Seyfi Teoman, burada da hem senaristliği hem de yönetmenliği üstlenmektedir. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Barış Bıçakçı’nın aynı adlı eserinden uyarlanıyor.
30’lu yaşların sonundaki Ender, liseden beri Çetin'le çok yakın arkadaştır. Yıllar sonra aynı evi paylaşan dostlar eski günlerine tam döneceklerini hayal ederlerken Almanya’da yaşayan arkadaşları Fikret, Türkiye’de trafik kazası geçirir. Kaza sonunda anne ile babası vefat eder. Almanya’ya dönmek zorunda olan Fikret, başka tanıdıkları olmadığı için Ankara’da üniversitede okuyan kız kardeşini okul bitene kadar onlara emanet ederek gider.
Arkadaşlık ve kadın – erkek ilişkilerini irdeleyen, bilindik görünen ama en azından farklı ele alınan bir konuya sahip film, oldukça yavaş bir tempoda ilerliyor. Zaten yönetmenin de yapmak istediğinin bu olduğunu zaman geçtikçe anlıyorsunuz. Ne Ender (Aksum), ne de Çetin (Al) karakterleri hayatı hızlı hızlı yaşayıp yalandan mutluluk portreleri çizme niyetinde değiller. Ruh hallerindeki yarı bezginlik, yarı oluruna bırakma tercihi seyirciye güzel yansıyor. Başlarda Ender’in biraz kıpırdamasını, hareketlenmesini istiyorsunuz çünkü o durağanlık sizi rahatsız ediyor. Ama Ender bu hayatından memnun ve değiştirme niyeti zaten yok. Zamanla kendini seyirciye alıştırıyor zaten. Diğer yandan, Ender ve Çetin’in ilişkisi çok evlilik gibi görünüyor. Aradan yıllar geçmiş bir evlilik hayatını sürdüren karı-koca misali konuşuyorlar. Aslında aralarında çok büyük bir bağ var fakat bunu dile getirmeye ya da harekete dökmeye ihtiyaç duymuyorlar. Bu gibi sahneler bazen çok eğlenceli ve komik gelirken (fasulye!), bazen de sıkmıyor değil. Diyaloglar genel olarak başarılı yazılmış. İzlerken herhangi bir sahnenin çabucak geçmesini dilediğiniz pek olmuyor. Öbür yandan, konuşmalar çok yavaş ve durgun geliyor kulağa. Ya biz hayatı çok yavaş yaşıyoruz ya da onlar durağanlığın dibine vurmuşlar hissi kafanızı kurcalıyor.
Kitabı okumadığım için uyarlama olarak ne kadar başarılı olduğu konusunda bir yorum yapamıyorum. Lakin kitaptan sonra filmi izleyenlerin çok da memnun kalmadığını okuyorum. Gerçi adı üstünde uyarlama, birebir aynı olmaması gerekiyor. Gene de bunu hem kitabı okuyan hem de filmi izleyenlere bırakmak gerekir.
Filmdeki edebiyata olan yaklaşım seyrederken hoşça vakit geçirtiyor. İnce mesajlar göndererek simgeler içinde yüzebiliyorsunuz. Nihal’in yatağının başındaki Sevgi Soysal’ın (tam emin değilim ama) “Tante Rose”si, Ender’in kütüphanesindeki J.D. Salinger’in “Gönülçelen”i ve John Steinbeck’in “Fareler ve İnsan”ı biraz incelendiğinde ufak çapta göndermelerle göz dolduruyor. Ayrıca yapılan Ankara turları da o atmosferin içindeki insanları yansıtıyor. Ah bir de daha çok müzik duysaydık…
Eğer bu filmde İlker Aksum olmasa izler miydim emin değilim. Onun adının verdiği güvenle düşünmeden izledim. Çok da pişman etmedi neyse ki J 1971 doğumlu konservatuarlı oyuncu, “Küçük Kıyamet” filmi ile 28. SİYAD Türk Sineması Ödülleri’nde en iyi yardımcı erkek oyuncu sahibi olmuştur. Bir çok başarılı dizide hayran kitlesi toplayan İlker Aksum’un bu film sayesinde sinemada ilk kez bir başrolü sahiplendiğini de hatırlatmak gerekiyor. Gerçekten de sakin, kibar, durgun ama içinde fırtınalar kopan Ender karakterini ancak İlker Aksum gibi bir oyuncu canlandırabilirdi. Tiyatro oyunlarıyla oyunculuğa adım atan Fatih Al ise, Çetin karakterini orta karar bir başarıyla sergiliyor. Belki orta karar dememin sebebi İlker Aksum’un çok etkili oynamasından kaynaklanıyordur. Nihal’i canlandıran Güneş Sayın’ı ise nedense çok doğal bulamadım. “İncir Reçeli”ndeki Melike Güner misali yapmacık tavırları rahatsız etti. Diğer yandan, Sayın’ın konservatuar eğitimi aldığını düşünürsek rolün bu yapmacıklığı gerektirdiğini de bir ihtimal olarak düşünebiliriz. Daha önce başka bir rolde Sayın’ı izlemediğim için çok olumsuz yazmak doğru gelmiyor. Baş roldekiler bir yana, sahnenin birinde pat diye Taner Birsel’i görmek yüzünüzde belli belirsiz bir tebessüm bırakacaktır. Keşke daha çok sahnede yer alsaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder