1 Kasım 2012 Perşembe

Moonrise Kingdom (2012)


Sinemaya gönül vermiş amatör bir seyirci olmanın dezavantajını Moonrise Kingdom gibi filmleri anlatırken yaşıyorum. Hikaye ve görsellik o kadar doyurucu ki bunu kelimelere dökmek için daha mı profesyonel olmak lazım, kararsızım. Bağımsız filmleriyle tanınan Wes Anderson, bunda önemli rol oynuyor. Yönetmen koltuğunda oturan genç yetenek Anderson, senaryoyu Roman Coppola ile kaleme alıyor. 94 dakikalık romantik / dram-komedinin oyuncu kadrosu ise görsel şöleni aratmıyor: Jared Gilman, Kara Hayward, Bruce Willis, Edward Norton, Bill Murray, Frances McDormand, Tilda Swinton, Jason Schwartzman. 25 Mayıs’ta Türkiye’de gösterime giren ABD yapımının bütçesi 16 milyon $’ken hasılatı 64 milyon $’a ulaşmıştır. Bu arada Moonrise Kingdom, 2012 Cannes Film Festivali’nin açılış filmiydi.


1965 İngiltere’sinde Suzy ve Sam birbirine aşık gencecik bir çift olarak kaçarlar. Suzy’nin ailesi, Sam’in bağlı olduğu kamp ekibi ve kasaba şefi de bu çifti bulmak için büyük mücadeleye girerler. Zira onların kaçtığından çok kaybolduğu korkusu içlerini kemirir durur.

Eğer bağımsız filmleri seven, takip eden bir izleyiciyseniz bu projeyi kaçırmamışsınızdır. Benim gibi denk geldikçe veya yönetmen odaklı bağımsız filmleri seyredenlerdenseniz ekran başına geçmek için geç kaldınız demektir. Her yönüyle seyirciyi mutlu edebilen filmin öncelikle müzik çalışmalarına değinmek istiyorum. Alexandre Desplat daha önce pek çok projenin müzik çalışmalarını üstlenmiştir. Burada ise sanki Wes Anderson’la en başarılı uyumu yakalayıp harika bir işe imza atıyor. Her sahneye, her küçük öykücüğün üstüne müzik, kostüm misali giydirilmiş. Ayrı olarak müzik dinlense aynı keyfi verir mi, emin olamıyorum. Mekan, dekor, kostüm detayları ise en az anlatım kadar öne çıkıyor. En ince ayrıntısına kadar özenle işlendiği şüphesiz. Sam karakterinin formasındaki broşun bile anlatımda yeri var. Suzy’nin giydiği çorap, Suzy ve ailesinin yaşadığı evdeki duvarların sarı rengi, genel dekordaki sarı ve yeşil rengin yoğunluğu öykünün gidişatına yön veriyor. Wes Anderson kamera açıları ve renk kontrast ayarlarıyla senaryoyu daha da hazmetmenizi sağlıyor. Diyaloglarla anlatılmayanları kamera açılarıyla hissediyorsunuz. E bu başarı değil de nedir? Kıyafet ve ev dekorasyonları nostaljik bir atmosfer yaratıyor ve yaşınızın olduğu kadar geçmişe gitmenizi sağlıyor.
Senaryoyu incelemeye koyulursak güç unsuru olan güzellik, başarı ve hırs yerini daha gerçekçi şeylere bırakmış. Güzel olması gerekmeyen, başarının doruğuna ulaşmamış, hayatı daha olduğu gibi kabullenenlerin de hayatta baş rol oynayabileceğini masalsı kıvamda izliyorsunuz. İyi ve bilgili olması gereken büyükler yerine hayata yaşından büyük sayılacak kadar gerçekçi bakan küçükler var. Hataları yapan küçükler değil, aksine büyükler. Evin içindeki ailevi sorunlar, okul içindeki öğretmen-öğrenci sorunları farklı bir bakış açısıyla aktarılıyor. Bildiğiniz ama dile getiremediğiniz şeyler filmde yer alıyor; üstelik mizahi yönü gayet kuvvetli olarak.

Karakter detaylandırması ise kadronun kalabalığına rağmen çok net yapılmıştır. Suzy ve Sam baş rolde olsalar da Suzy’nin avukat anne ve babası, kasaba şefi, Sam’in öğretmeni, arkadaşları sanki insanoğlunun iyi, kötü, eksik, fazla olan, olması gereken ve gerekmeyen yanlarını yansıtıyorlar. Hepsini bütün olarak düşündüğünüzde senaryonun derinliği karakterler tarafından da çok ince ele alındığını gösteriyor.

IMDB’den 8.1, Rotten Tomatoes’tan da 94 alan projeye gelen tepkiler gayet olumludur. Görsel şölen, harika toplu performans, müthiş bir anlatım var. Wes Anderson veya bağımsız projeleri seyretmeye meyilli olmayanlara belki biraz durağan ve sıkıcı gelebilir. Kendinizi öyküye kaptırdığınız an güzelliğini keşfetmemeniz ise imkansız!

1998 doğumlu genç yetenek Jared Gilman etkileyici ve zor bir karakteri başarıyla oynuyor. Aynı yaştaki partneri Kara Hayward ise en az onun kadar etkileyici ve şaşırtıcı. Üstelik ikisi de ilk filminde bir araya gelmesi zor olan bir kadroya dahil oluyorlar. Şans diye buna mı denir acaba?


7 yorum:

  1. müthiş görselliğinin altından kalkamıyor bence tam olarak. filmi sevdim ama hikaye o denli güçlü değil. vizyona girdiğinde yapılan başyapıt yakıştırmaları biraz hayal kırıklığına sebep oldu. yine de yılın önemli filmlerinden görmek şart :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beylik lafları ben de sevmiyorum. Bir filmin baş yapıt olması için her şeyi dört dörtlük sunması lazım. Filmi çok beğendim ama baş yapıtlık bir durumu yok dediğin gibi :)

      Sil
    2. evet aynı şeyleri düşünmüşüz fatma :)

      Sil
  2. Wes Anderson'a ilk kez gene başrolünde
    Bill Murray'ın oynadığı Suda Yaşam filmi dikkat ettim. Bazı yönetmenler vardır bir filmi izlediğinizde onun filmi olduğunu anlarsınız. Wes Anderson da sahneler, filmin renk tonları hemen kendini belli ediyor. Bu tişp yönetmen bulmak günümüzde çok zor. Günümüzde artık filmlerde artık yönetmenlerin bakış açılarının farkına varamıyoruz çünkü efektler daha bir önde. Çevremde ki hiç kimse bu filmi sevmedi.Bu filmi eminim izleyenlerin %85 ide sevmemiştir. Ki izlemeye başlayanların da %60 ı da yarısına gelmeden kapatmıştır. Zevkler ve renkler tartışılmaz onada diyecek bir şey yok.Filmde sadece Bill Murray'ı daha çok görmek isterdim benim için tek eksikliği o.Genede diyorum ki günümüzün bol efektli, bol aksiyonlı mlyonlarca dolar bütçeli filmlerinden daha değerli benim için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmin kıymetini bilenler gene de vardır, umudumu kesmiyorum :) Sinemada yarısında çıkanlar eminim çok olmuştur. Ara sıra beyni temizlemek gerekiyor böyle projelerle.

      Sil
  3. hiç böyle beklemiyordum filmi şaşırdım açıkcası biraz çok beğendim filmi Wes Anderson'un diğer filmlerine de zamanım olunca göz atacağım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaman bulabilsem ben de ağırlık vereceğim :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...