Korku/gerilim filmlerini her zaman favorim olarak seçtiğim için gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki The Omen kaçırılmaması gerekenlerin başında geliyor. Ama tabi ki 1976 yılında çekilen ilk filmden bahsediyorum. Zira bu filmin büyüsünü bozmamak için 2006 yapımını listeme almayı hiç düşünmüyorum. "Superman 1-2", "Lethal Weapon 1-2-3-4", "Maverick", "Conspiracy Theory" ve "16 Blocks"un ünlü yönetmeni Richard Donner, 4. filmi The Omen ile birlikte üne kavuşmuş; ardından "Yürü ya kulum!" diyerek 80 yıla birçok film ve ödül sığdırmıştır. Senaristliğini ise yönetmeni kadar aktif bir sanat hayatı sürdürmeyen David Seltzer üstlenmiştir.
Amerikan elçisi olan Robert Thorn'un (Gregory Perk) eşi Kathy Thorn (Lee Remick) talihsiz bir doğum yapar ve çocuğunu kaybeder. Elçi bu durumu karısına açıklayamayacağını düşünerek aynı hastanede bulunan başka bir bebeği kendi çocuğu gibi sahiplenir. Hayatları pamuk helva dozunda ilerlerken güzel çocuk Damien (Harvey Stephens) büyüdükçe Thorn ailesinin çevresinde garip olaylar gelişmeye başlar. İntiharlar, ölümler, kazalar elçinin ailesine hayatı zehir eder. Elçi de bu durumu araştırmaya başlar ve oğlunun şeytanla olan ilgisini çözmeye kendini adar.
İngiltere'de 06.06.1976 tarihinde vizyona giren 111 dakikalık yapım, kült filmlerin arasında kolayca yer alırken sayısız ödülleri de arşivine eklemiştir. Jerry Goldsmith imzalı soundtrack albümü bu ödüllerin bir kısmında büyük rol almıştır (Ave Satani tanıdık geldi mi?). Hasılatıyla gözleri parlatan yapım, 666 sayısının sinemada, müzikte ve edebiyatta birçok akımı da gündeme getirilmesine sebep olmuştur (lakin konumuzu aşacağı için bu detaya girmiyorum).
Baba rolündeki Gregory Peck zamanının çok ünlü Amerikalı oyuncusu idi. Diğer filmlerini çok izlemediğim için yorum yapamayacağım fakat The Omen en iyi performans sergilediği filmlerden biri olarak gösteriliyor. 2003 yılında hayata gözlerini yuman Peck'e filmde güzeller güzeli Lee Remick eşlik ediyor. Otuza yakın sinema filmi ve birçok TV yapımını arkada bırakarak 1991 yılında kanserden ölmüştür. Gelelim filmin en can alıcı oyuncusuna! Yolda görseniz yanaklarını sıkmadan bırakamayacağınız kadar sevimli bir yüze sahip Harvey Stephens (çocuk muamelesi yaptığım adam 1970 doğumlu ya neyse) bu filmden sonra bir daha ortalıkta pek görünmemiş. Aslında filmde daha fazla yer alması gerekse de, var olduğu sahnelerde cidden dudak uçuklatıcı bir görüntüye sahip; ya da yönetmen o kadar güzel yönlendirmiş ki bacak kadar boyuyla seyirciyi ekrana hem kilitliyor hem de gözlerini kaçırmaya zorluyor.
Filmde dikkat edildiğinde bir çok hata bulunabilir. Lakin, çekildiği yıla bakıldığında seyirci üzerindeki etkisi o eksiklikleri göz ardı ettiriyor. Ürkütücü sahneleri o kadar kısa ve hızlı gelişiyor ki doya doya korkmanıza fırsat vermiyor. Biri biterken diğeri başlıyor. Müzik ve efektler de rahatsız edici şekilde bu durumu kuvvetlendiriyor. Favori sahnelerinden biri kesinlikle çocuk bakıcısının başına gelen olaydır. İkincisi ise babanın oğlu üzerinde bir bulgu araması sırasında sonuca ulaştığı sahnedir. İyi korkmalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder