14 Mayıs 2013 Salı

Twice Born (Sen Dünyaya Gelmeden) (2012)

Sen Dünyaya Gelmeden

Penelope Cruz ve Saadet Işıl Aksoy isimlerini aynı filmde duymak kulağa hoş geldiği için filmi geç de olsa izlemeye koyuldum. Aralık 2012’de Türkiye’de gösterime giren İtalya, İspanya yapımın yönetmen koltuğunda Sergio Castellitto oturmaktadır. Margaret Mazzantini’nin romanından senaryoyu da uyarlayan Castellitto, filmde yan rollerden birini kapmış. Mazzantini’n eşi olması da filme “aile” havası katmıyor değil. 127 dakikalık dramın oyuncuları ise Penelope Cruz, Emile Hirsch, Saadet Işıl Aksoy, Mira Furlan’dır. 13 milyon Euro’luk bütçesi vardır.

Gemma, oğlu Pietro ile Saraybosna’ya arkadaşını ziyarete gider. Gemma 16 yıl önce Saraybosna’dan eşi Diego’yu arkada bırakarak kaçmıştır. Bosna Savaşı esnasında doğan Pietro, doğduğu topraklarda geçmişin izlerini annesiyle arayacaktır.

 “İlk görüşte aşka inanır mısınız?” sorusuna güzel bir örnek olarak başlıyor film. İlerleyen dilimlerde bu aşkın nasıl yol alabileceğine şahit oluyorsunuz. Konu, yaşanan olaylardan dolayı dram ağırlıklı görünse de ben romantizmin üst seviyede olduğuna inanıyorum. Savaşın gölgesinde aşk nasıl sağlam kalabilir? Ortada çok ciddi, vahim, kan ağlatan bir olay varken insanın aşka inanası daha doğrusu aşka tutunması mümkün müdür? Bosna Savaşı’nı az çok bilen bizler için bunun pek mümkün olmadığı aşikar. İnsanlar yemek bulma ve canlarını kurtarma derdindeyken Gemma ve Diego’nun aşklarının meyvesi peşinde koşması biraz hayal kırıklığı yaratmıyor değil.

Arka planda savaşın kullanılması dışında öyküyü sadece aşk diye düşünürsek başarılıdır. Hayata bakışları farklı olan iki insanın birbirlerinden vazgeçmemesi, her yola baş koymaları, tüm zorluklara göğüs germesi imrendirici geliyor. Sadece aşk tarafından bakılırsa buram buram dram yaşanmadığı için sıkıcı da gelmiyor. Diğer yandan, savaşın insanlara yaşattıkları manevi açıdan yıpratıyor. Serde aşk bile kalamıyor, kalbe kilitleniyor.
Kurgu benim sevdiğim türden tasarlanmıştır. Geçmişle şimdiki zaman sıklıkla yer değiştiriyor fakat kafa karıştırmıyor ve öyküye ayrı bir renk katıyor. Hatta geçmişin ve yaşanmışlıkların yavaş yavaş ortaya çıkması  heyecanı artırıyor. Tabi sabit gitmeyen, zorlayıcı kurgular herkesten geçer not alamıyor. Bu konuda kişisel beğeni öne çıkıyor. Filmin bana göre bir diğer artı noktası sonudur. Spoilera girmemesi için detay vermek istemiyorum fakat “Sonlar hep mutlu bitmemeli”den yanayım. Bu, gerçekçiliği de pekiştiriyor.

IMDB’den 7.1 alan proje dünya çapında çok öne çıkmadı. Gelen eleştiriler de iç güveysinden hallicedir. Penelope Cruz her tür projeye ayak uydurabilen, başarılı bulduğum sevdiğim bir oyuncudur. Bu filme çok yakıştığına inanıyorum. Beni asıl şaşırtan ise kırmızı saçları, mavi gözleriyle Saadet Işıl Aksoy oldu. Yerli projelerde beğenerek izlediğim Aksoy'dan "Başka Dilde Aşk" filminde kısacık bahsetmiştim. Sinemaya olan tutkusu aşikar. Her yeni projede de yeteneğini geliştirme fırsatı buluyor. Bu filmde yer alması ise gurur verici.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...