6 Mayıs 2013 Pazartesi

The Talented Mr. Ripley (Yetenekli Bay Ripley) (1999)

Yetenekli Bay Ripley

14 yıldır seyretmeye fırsat (!) bulamadığım Yetenekli Bay Ripley, sonunda arşivime eklendi. Bol adaylıkları ve oyuncu kadrosuyla gösterim tarihinde büyük sükse yapmıştı. Patricia Highsmith’in aynı adlı 1955 tarihli romanından uyarlayan İngiliz Anthony Minghella, yönetmen koltuğunu da işgal etmektedir. Minghella adını yönetmen olarak “Truly, Madly, Deeply”, “The English Patient”, “Cold Mountain”, “Breaking and Entering” filmleriye duymuştuk. 139 dakikalık psikolojik gerilim baş rollerinde ise Matt Damon, Gwyneth Paltrow, Jude Law, Cate Blanchett, Philip Seymour Hoffman yer alıyorlar. ABD yapımı 40 milyon $ bütçeye karşılık 129 milyon $ hasılat elde etmiştir.

Tom Ripley, hırslı ve zeki bir adamdır. Gözü hep daha ileridedir ve bu uğurda başkalarının hayatını çalmaktan hiç geri kalmaz. Bir gün fırsat ayağına gelir. Zengin bir iş adamı İtalya’da gününü gün eden oğlu Dickie’yi Amerika’ya getirmesi için Tom Ripley’e para vaadinde bulunur. Tom vakit kaybetmeden iyi niyetli Dickie ve sevgilisiyle tanışmak için İtalya’nın yolunu tutar.

Uzun süresine rağmen neredeyse tamamında siniriniz yıpranacak kadar huzursuz oluyorsunuz. Bu huzursuzluğa rağmen peşini bırakamayıp ekrana kilitleniyorsunuz. Başarıyı sadece senaryo veya yönetmen sağlamıyor. Her türlü ince detay bütünleşiyor ve türünde kusursuza yakın bir proje ortaya çıkıyor. Roma ve Venedik’in mekan seçilmesi, daha doğrusu mekanların bir karakter kadar ön plana çıkması, görselliği en üst seviyede tutuyor. Manzaralar o kadar güzel ki filmin tüm gerilimine rağmen deniz, kumsal, cafeler, otel odaları sizi kendisine çekiyor. Eğer İtalya’ya gitmediyseniz ilk uçakla oraya gitmek isteyebilirsiniz. Mekan kadar kostümler de bir o kadar ilgi çekicidir. Filmlerde genelde kadın karakterlerin kostümleri ortaya çıksa da, Yetenekli Bay Ripley’de erkek kostümü de göze hitap etmektedir. Aksesuarlar, şapkalar, mantolar, ceketler sanki defile gibi önümüze seriliyor. Filmin rengi ise tüm bu harika seçimlere inat cansız, iç karartıcıdır. Sebep ise öykünün stresini görsele aktarmak sanırım. Renkler o denli kullanılmış ki İtalya’nın güzellikleri, kostüm tasarımının başarısı size huzur veremiyor. Müzik çalışmalarına değinecek olursak, seçilen her şarkı, her müzik filmin hem gerilimini yükseltiyor hem de heyecanı artırıyor. Caz sever biri olmamama rağmen kulağıma çok hoş geldi. Jude Law’ın “Americano” şarkısını söylediği sahnede neredeyse yerimde duramayacaktım. Klasik müzikten başlayıp çeşitli türlere yelken açılış filme zenginlik katıyor.
Gelelim asıl mesele, senaryo ve oyunculara! Kitaptan uyarlama olduğu için ilk akla paralellik geliyor fakat okumadığımdan yorum yapamıyorum. Senaryo birden fazla konuyu barındırıyor: iyi/kötü insan ikilemi, burjuva sınıfına karşı işçi sınıfı yani sınıf çatışması, bastırılmış eşcinsellik. Tom Ripley ve Dickie Greenleaf üzerinden tüm bu temalar harika işleniyor. Kafa karışıklığı yaratmadan farklı temalardan, farklı noktalardan izleyiciyi vuruyor. Başlangıçta sınıf çatışması göze çarpıyor. Tom’un burjuva Dickie’nin hayatına özenmesi, Dickie’ye ait her şeye arzu duyması sunuluyor. Bir süre sonra özenme, burjuva hayatından Dickie’nin kendisine geçiş yapıyor. Yani Tom’un takıntısı sınıftan kişiye kayıyor, saplantılı hale geliyor. Hangi karakter iyi kötü derken her ikisi de kendi tarafını gösteriyor. Diğer yandan, seyirci iyi tarafı seçmek yerine kötü tarafın kurtulup kurtulamayacağını merak eder hale geliyor. Belki taraf tutmak değil ama haksızlığa uğrayan taraf bir süre sonra geri planda kalıyor. Hani kötü karakter kurtulsa mı iyi kurtulmasa mı iyi düşüncesi kafayı kurcalıyor. 139 dakikada Tom Ripley karakterinin neredeyse içini dışını perdeypey öğrenmiş oluyoruz. Bunu düzenli biçime sokan kurgu çalışması da tüm diğer detaylar gibi artı puanı hak ediyor.

Tom Ripley, Dickie Greenleaf, Marge, Meredith, Freddie karakterlerinden her biri projeye ayrı renk katıyor. Elbette Tom Ripley en öne çıkan, göze batan ve hatta rahatsız edici karakter olarak akıllara kazınıyor. Ripley yüzünden neredeyse Matt Damon’dan nefret edecek konuma geldim. Bunda hem karakterin hem de oyuncunun etkisi var elbette. Matt Damon mimikleri, hareketleri, bakışları, ses tonu ile karakteri devleştiriyor. Dickie Greenleaf ise yaşadığı sınıf ve umursamazlıklarıyla bir bakıma damarınıza basmıyor değil. Ye, iç, yat modundaki hayat Ripley kadar sizi de özendiriyor (hele İtalya’da!).  Belki bu yüzden zaman zaman Ripley’in yanına çekiliyor seyirci? Jude Law bu başıboş zengini harika canlandırıyor. Gwyneth Paltrow ve Cate Blanchett’in gençlikleri ise yıl 2013’te gülümsetiyor. Gene de performansları ayırt edici nitelikte değil. Rolü az olan Philip Seymour Hoffman, Freddie karakteriyle en az Damon ve Law kadar kendini gösteriyor. Hani neredeyse Matt Damon’dan daha gerçekçi olduğunu belirtebilirim.

IMDB’den 7.3, Rotten Tomatoes’tan da 83 alan filme gelen eleştiriler genellikle olumlu yöndedir. Oscar, Altın Küre ve Bafta’da pek çok adaylık kazandı. Onları toparlamak gerekirse:

Oscar: En iyi yardımcı erkek, sanat yönetmeni, kostüm, müzik, uyarlama senaryo
Altın Küre: En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yönetmen, müzik
Bafta: En iyi yardımcı erkek (Jude Law kazandı), yardımcı kadın, müzik, cinematografi, film, uyarlama senaryo, yönetmen

Peki, niye Oscar ve Altın Küre’de hiç ödül alamadı? O sene “American Beauty” öne çıkan filmdi. Tabi kitapla paralelliği, daha önceki uyarlama filmlerle kıyaslama bu ödülleri alamayışının diğer sebeplerindendir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...