Yetenekli Bay Ripley |
14 yıldır seyretmeye fırsat (!)
bulamadığım Yetenekli Bay Ripley, sonunda arşivime eklendi. Bol adaylıkları ve
oyuncu kadrosuyla gösterim tarihinde büyük sükse yapmıştı. Patricia
Highsmith’in aynı adlı 1955 tarihli romanından uyarlayan İngiliz Anthony
Minghella, yönetmen koltuğunu da işgal etmektedir. Minghella adını yönetmen
olarak “Truly, Madly, Deeply”, “The English Patient”, “Cold Mountain”, “Breaking and Entering” filmleriye duymuştuk. 139 dakikalık
psikolojik gerilim baş rollerinde ise Matt Damon, Gwyneth Paltrow, Jude Law,
Cate Blanchett, Philip Seymour Hoffman yer alıyorlar. ABD yapımı 40 milyon $
bütçeye karşılık 129 milyon $ hasılat elde etmiştir.
Tom Ripley, hırslı ve zeki bir
adamdır. Gözü hep daha ileridedir ve bu uğurda başkalarının hayatını çalmaktan
hiç geri kalmaz. Bir gün fırsat ayağına gelir. Zengin bir iş adamı İtalya’da
gününü gün eden oğlu Dickie’yi Amerika’ya getirmesi için Tom Ripley’e para
vaadinde bulunur. Tom vakit kaybetmeden iyi niyetli Dickie ve sevgilisiyle
tanışmak için İtalya’nın yolunu tutar.
Uzun süresine rağmen neredeyse
tamamında siniriniz yıpranacak kadar huzursuz oluyorsunuz. Bu huzursuzluğa
rağmen peşini bırakamayıp ekrana kilitleniyorsunuz. Başarıyı sadece senaryo
veya yönetmen sağlamıyor. Her türlü ince detay bütünleşiyor ve türünde
kusursuza yakın bir proje ortaya çıkıyor. Roma ve Venedik’in mekan seçilmesi,
daha doğrusu mekanların bir karakter kadar ön plana çıkması, görselliği en üst
seviyede tutuyor. Manzaralar o kadar güzel ki filmin tüm gerilimine rağmen
deniz, kumsal, cafeler, otel odaları sizi kendisine çekiyor. Eğer İtalya’ya
gitmediyseniz ilk uçakla oraya gitmek isteyebilirsiniz. Mekan kadar kostümler
de bir o kadar ilgi çekicidir. Filmlerde genelde kadın karakterlerin kostümleri
ortaya çıksa da, Yetenekli Bay Ripley’de erkek kostümü de göze hitap
etmektedir. Aksesuarlar, şapkalar, mantolar, ceketler sanki defile gibi önümüze
seriliyor. Filmin rengi ise tüm bu harika seçimlere inat cansız, iç
karartıcıdır. Sebep ise öykünün stresini görsele aktarmak sanırım. Renkler o
denli kullanılmış ki İtalya’nın güzellikleri, kostüm tasarımının başarısı size
huzur veremiyor. Müzik çalışmalarına değinecek olursak, seçilen her şarkı, her
müzik filmin hem gerilimini yükseltiyor hem de heyecanı artırıyor. Caz sever
biri olmamama rağmen kulağıma çok hoş geldi. Jude Law’ın “Americano” şarkısını söylediği sahnede neredeyse yerimde
duramayacaktım. Klasik müzikten başlayıp çeşitli türlere yelken açılış filme
zenginlik katıyor.
Gelelim asıl mesele, senaryo ve
oyunculara! Kitaptan uyarlama olduğu için ilk akla paralellik geliyor fakat
okumadığımdan yorum yapamıyorum. Senaryo birden fazla konuyu barındırıyor:
iyi/kötü insan ikilemi, burjuva sınıfına karşı işçi sınıfı yani sınıf
çatışması, bastırılmış eşcinsellik. Tom Ripley ve Dickie Greenleaf üzerinden
tüm bu temalar harika işleniyor. Kafa karışıklığı yaratmadan farklı temalardan,
farklı noktalardan izleyiciyi vuruyor. Başlangıçta sınıf çatışması göze
çarpıyor. Tom’un burjuva Dickie’nin hayatına özenmesi, Dickie’ye ait her şeye
arzu duyması sunuluyor. Bir süre sonra özenme, burjuva hayatından Dickie’nin
kendisine geçiş yapıyor. Yani Tom’un takıntısı sınıftan kişiye kayıyor,
saplantılı hale geliyor. Hangi karakter iyi kötü derken her ikisi de kendi
tarafını gösteriyor. Diğer yandan, seyirci iyi tarafı seçmek yerine kötü
tarafın kurtulup kurtulamayacağını merak eder hale geliyor. Belki taraf tutmak
değil ama haksızlığa uğrayan taraf bir süre sonra geri planda kalıyor. Hani
kötü karakter kurtulsa mı iyi kurtulmasa mı iyi düşüncesi kafayı kurcalıyor.
139 dakikada Tom Ripley karakterinin neredeyse içini dışını perdeypey öğrenmiş
oluyoruz. Bunu düzenli biçime sokan kurgu çalışması da tüm diğer detaylar gibi
artı puanı hak ediyor.
Tom Ripley, Dickie Greenleaf,
Marge, Meredith, Freddie karakterlerinden her biri projeye ayrı renk katıyor.
Elbette Tom Ripley en öne çıkan, göze batan ve hatta rahatsız edici karakter
olarak akıllara kazınıyor. Ripley yüzünden neredeyse Matt Damon’dan nefret
edecek konuma geldim. Bunda hem karakterin hem de oyuncunun etkisi var elbette.
Matt Damon mimikleri, hareketleri, bakışları, ses tonu ile karakteri
devleştiriyor. Dickie Greenleaf ise yaşadığı sınıf ve umursamazlıklarıyla bir
bakıma damarınıza basmıyor değil. Ye, iç, yat modundaki hayat Ripley kadar sizi
de özendiriyor (hele İtalya’da!). Belki
bu yüzden zaman zaman Ripley’in yanına çekiliyor seyirci? Jude Law bu başıboş
zengini harika canlandırıyor. Gwyneth Paltrow ve Cate Blanchett’in gençlikleri
ise yıl 2013’te gülümsetiyor. Gene de performansları ayırt edici nitelikte
değil. Rolü az olan Philip Seymour Hoffman, Freddie karakteriyle en az Damon ve
Law kadar kendini gösteriyor. Hani neredeyse Matt Damon’dan daha gerçekçi
olduğunu belirtebilirim.
IMDB’den 7.3, Rotten Tomatoes’tan
da 83 alan filme gelen eleştiriler genellikle olumlu yöndedir. Oscar, Altın
Küre ve Bafta’da pek çok adaylık kazandı. Onları toparlamak gerekirse:
Oscar: En iyi yardımcı erkek,
sanat yönetmeni, kostüm, müzik, uyarlama senaryo
Altın Küre: En iyi film, erkek
oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yönetmen, müzik
Bafta: En iyi yardımcı erkek
(Jude Law kazandı), yardımcı kadın, müzik, cinematografi, film, uyarlama
senaryo, yönetmen
Peki, niye Oscar ve Altın Küre’de
hiç ödül alamadı? O sene “American Beauty”
öne çıkan filmdi. Tabi kitapla paralelliği, daha önceki uyarlama filmlerle
kıyaslama bu ödülleri alamayışının diğer sebeplerindendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder