Tek kopyayla gösterime giren
Ekümenopolis, neyse ki çok bekletmeden DVD formatında raflardaki yerini aldı da
gönül rahatlığıyla seyredebildim. Mayıs 2012’de gösterime giren belgesel,
Türkiye Almanya ortak yapımıdır. 88 dakikalık projenin yönetmenliğini ve
yazarlığını İmre Azen üstlenmiştir. Azen’in ilk uzun metrajlı belgeselidir.
Alıp izlemekte fayda olduğunu detaylara girmeden belirtmek isterim.
1980 yılında yapılan metropolitan
planlamasına göre İstanbul’un kaldırabileceği nüfus 5 milyondu. Bugünkü sayı 15
milyonu aşmıştır. İmre Azem, İstanbul’un destursuz büyümesini, kent
planlamasının nereye gittiğini, Marmaray - 3. Köprü - Toki projelerini, kentin
yeni rant mekanlarını çarpıcı örneklerle sunuyor. İstanbul güzellikler şehriyken
neden kaos şehrine döndüğünü ispatlıyor.
Öncelikle, nedir bu
“ekümenopolis” kelimesi? DVD’de yazılanı aynen aktarmak istiyorum. “1967 yılında yunanlı şehir plancısı
constantinos doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus
artışı hızları göz ününe alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş
alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir
şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terim”.
Siyad 2011’de en iyi belgesel ödülü
ve 2011 Saraybosna İnsan Hakları Ödülü’ne sahip olan proje, özellikle
İstanbul’da ikamet eden insanların yüzüne tokat misali gerçekleri vuruyor.
Bilinçli toplum olalım olmayalım çoğu insanın bu denli detaylara indiğini ve
bilgi sahibi olduğunu sanmıyorum. Tamam, örneğin 3. Köprü’nün çevreye vereceği
zararı tahmin edebiliyoruz. İstatistiklere dayanarak veya derinlere inebiliyor
muyuz? Hayır. Basına zaten izin verilmez. Görsellik, çizimler, grafikler işin
ciddiyetini ve gerçekte ne kadar kritik bir noktada olduğumuzu kanıtlıyor.
Çekim ve anlatım da belgeseli izlenebilir kılıyor. Belgesel izlemeyi tercih
etmeyenlerden olsanız dahi sizi kendisine çekiyor (belki yaşadığım şehirden
dolayı böyle hissediyorum).
Gelelim tartışılan konulara ve
projede yer alanların bakış açısına. İstanbul’u finans merkezi yapma hedefi,
çarpık kentleşme, betonlaşma, yeşilliklerin yerle bir edilmesi ve yerine
köprüler, yollar, AVM’ler, yerleşkeler yapılması, sınıf ayrımı yaparak alt
gruptakileri kent dışına sürükleyerek onların mekanlarını “rant” haline getirme
88 dakikanın özeti olabilir. Köprüler ve yollar neden yapılıyor? Trafiği
azaltmak için mi? Evet, halkın büyük kesmi buna inanıyor. Lakin, örneğin 3. köprü
trafiğin azalmasında rol oynamayacak. Bunu sayısal verilerle de ispatlıyor
belgesel. Amaç trafiği azaltma değil, İstanbul’da yeni merkezler yaratmak. Bu
merkezler için yeşil alanlar kullanılıyor ve İstanbul’un nefes almasını
sağlayan kuzey kesime doğru yıkım başlıyor.
Yeşillikler haricinde daha vahim
konu toplumlar arası ciddi bir çizgi çekilmesidir: Alt ve üst tabaka! Çizgi
Toki ile güzelce örneklendiriyor. Maddi yetersizlikler içindeki insanları
yerlerinden edip (örneğin Ayazağa) toplu yaşam merkezlerine yönlendiriyorlar.
Yani hepsini bir yere koyup ayak altından çekmeye çalışıyorlar. Bunun özeti de
“ötekileştirmek”ten başka bir şey olamaz.
Peki, belgeselde soru işareti
bırakan yerler yok mu? Bir kesime göre var. Örneğin, eleştirilen pek çok
noktaya çözüm getirilmemesi eleştirilerin başında geliyor. Gerçi bu denli
çarpık kentleşmede çözüm ne olabilir, o da ayrı tartışılır. Gecekonduların
yıkılması öncesi ve sonrasında halkla konuşuluyor, dertleri paylaşılıyor. Fakat
gecekonduya alternatif çözüm net getirilemiyor. Tüm gecekondular içinde sınırlı
sayıda tapusu olanlar üzerine değinilmiş. Diğer yandan, örneği tekrar 3. köprüye
getirecek olursam (bu aralar buna taktığım için hazır fırsat hep öne sürüyorum)
köprüyü trafiği rahatlatmak için çözüm gösteriyorlar. Belgesel de eğer bahane
trafikse arabaları teşvik etmek yerine toplu taşıma araçlarını cezbedici hale
getirin diyor. Gayet mantıklı yaklaşıyor. Bu denli pahalı benzin “içen” bir
ülkeyken toplu taşıma araçlarını “alt sınıfın bindiği araç” diye görmek
cehaletten başka bir şey değil. Metrobüs, dolmuş, minibüs kullanmaktan hiç
çekinmeyen biri olarak rahatlıkla belirtebilirim ki toplu taşıma araçlarında
iyileştirilmeye gidilse insanlar trafikten kurtulmak için yöneleceğine eminim.
Tabi motorlu taşıt vergisi bile taksitlendiriliyorsa, araba satışlarında % 0
faiz (o da ne demekse artık?) uygulanırsa insanlar araca elbette yönelir.
Köprü dışında ön görülen çözümler
çok tatminkar gelmedi. Yapılamayacak veya sorunu çözemeyecek olarak görmüyorum.
Sadece bu koşullar altında ilerlemesi hayli zor görünüyor.
Belgeseldeki tüm eleştirilerin
hedefi ise siyasi liderlerdir. Okları tek tek saplıyorlar. Ulaşır mı derseniz,
ne yazık ki hayır. Konu sadece İstanbul’u kapsıyor görünse de 88 dakika
bittikten sonra fark ediyorsunuz ki tüm Türkiye aslında kaosun eşiğinde ama
odak noktası İstanbul. Ekümenopolis gözümüzü ciddi oranda açmamızı ve
düşünmemizi sağlıyor. Lakin sonrasında neler yapacağınız /yapamacağımız da
ortada ...
Belgeselde en sevdiğim soru ise
şu: Central Park’ın göbeğine otel yapabilir misiniz? Hayır! Gerisini siz tahmin
edin...
çok güzel bir belgeseldi özellikle araba konusuna katılıyorum insanlar böyle heryere arabayla gitmeye devam ederse 10 sene sonra hiç hareket edemeyecekler istanbulda
YanıtlaSilUmarım herkes seyreder!
Sil