29 Aralık 2013 Pazar

Despicable Me (Çılgın Hırsız) (2010)

Çılgın Hırsız
2010’da gösterime girdiğinde büyük ilgi gören Çılgın Hırsız, başarısını Bafta ve Altın Küre adaylıklarıyla taçlandırmıştı. 95 dakikalık animasyonun yönetmen koltuğunu Pierre Coffin ve Chris Renaud paylaşıyorlar. Senaryo ise Sergio Pablos’un hikayesinden Cinco Paul ve Ken Daurio tarafından kaleme alınmıştır. ABD yapımı komedinin seslendirmelerinde Steve Carrel, Jason Segel, Miranda Cosgrove, Russell Brand, Kristen Wiig isimlerini görebilirsiniz. 3D özelliğiyle gösterime giren filmin bütçesi 69 milyon $’ken hasılatı 543 milyon $’a ulaşmıştır.

Yaşadığı huzurlu ve sakin sokağın tek kötü kalplisi Gru’nun en büyük hayali Ay’ı ele geçirmektir! Evinde çokça minyon köleleriyle kötülükleri dünyaya saçan Gru, bu hedefine ulaşmak için hazırlıklara devam eder. Tam da bu sırada kurabiye satan Margo, Edith ve Agnes isimli üç küçük yetimle tanışır. Küçük kızlar bu adamın kötü tarafından öte başka bir şeyi fark ederler. Uzun zamandır aradıkları ebeveyn Gru’dur!

Kötü olarak ifşa edilen ama asla kötü biri diye bakamadığımız ana karaktere sahip Çılgın Hırsız, çocuk kitlesine güzel mesajlar verebiliyor. Gru’nun sürekli hırsızlığı, kötülüğü ön plana çıkarılmak istense de antipati duyamıyorsunuz. Belki de küçük seyirci kitlesine “Aslında her insanın içinde az da olsa iyilik kırıntısı vardır” düşüncesini yerleştirmek istiyorlar. Ne yazık ki buna inanan yetişkinlerden değilim. Beni Gru’dan çok yan karakterler Margo, Edith, Agnes ve minyonlar son dakikaya sürükledi. İnanılmaz çizimle harika üç küçük kız ve birçok mini sarı yaratık ortaya çıkmış. Özellikle Agnes ve minyonların çıkacağı sahneyi dört gözle bekledim. İzledikten sonra Agnes’i masa üstü görseline koyduğumu belirtmek durumu özetler sanırım. Kızların yetim oluşu, masumiyeti, hayata iyi niyetle bakışları bir kalemle ancak bu denli başarılı olabilirdi. Üstelik her birinde farklı şeyler gözlemliyorsunuz. En büyükleri Margo, gözlükleriyle çalışkan ve sorumluluk sahibi olduğunu gösterirken ortanca Edith, kafasından çıkarmadığı beresi ve biraz agresif tavırlarıyla sevgiye muhtaçlığını, çekingenliğini simgeliyor. Aslında konuşsanız içinden muhteşem biri çıkacak. Agnes ise en küçükleri olarak hayata toz pembe bakıyor. Kötü nedir, bilmiyor henüz. Bir insanın kötü olması onun için önemli değil; yeter ki onları evlat edinsin, masal okusun, oyun oynasın. Gerçi bunları yapan biri zaten kötü olamaz.
Müzik çalışmaları hikayenin gidişatına ayak uydurabiliyor. Kullanılan renkler, çizim kadar başarılıdır. 95 dakika, kurgunun sürükleyiciliğiyle hızla akıp gidiyor ve ikincisini dört gözle bekler oluyorsunuz. Diğer yandan, yapımcılar tedbirli davranarak filmin ikincisinin geleceğine dair açık kapı bırakmıyor. Sonuçta 7 – 8 kat hasılat elde etme ön görüsü pek kolay değil.

IMDB’den 7.6, Rotten Tometoes’tan da 81 almıştır. Geri bildirimler hayli olumluyken, adaylıkları ve ödülleri de bunun ispatıdır. Seslendirmelerde özellikle Steve Carrell’in hayli göze çarptığı konusunda neredeyse tüm seyirci hem fikirdir. Gru’nun dublajını Ata Demirer’den duyduğum için yorum/kıyas yapamıyorum. Demirer başarılı mıydı? Komedyenliğini kullandığı aşikar olsa da animasyonda sesi daha eğlenceli duymayı tercih ederdim.

Son olarak, Agnes seni seviyorum J


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...