3 Eylül 2013 Salı

Zefir (2010)

Lügatıma yeni bir kelime kazandıran Zefir, 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülünü kazanarak yerli yapımlar arasında (sinema salonlarında olmasa da) ön plana çıkmıştır. 93 dakikalık dramın yönetmenliğini ve senaristliğini Belma Baş üstlenmiştir. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmidir. Yapımcılarının içinde Cem Yılmaz’ın adının geçtiği projenin oyuncu kadrosunda Vahide Gördüm’e amatör oyuncular eşlik ediyorlar: Şeyma Uzunlar, Sevinç Baş, Fatma Uzunlar, Harun Uzunlar. Nisan 2011’de gösterime girmişti. Zefir, Batı’dan esen hafif ve ılık rüzgar demektir.

11 yaşındaki Zefir, yaz tatilini anneannesi ve dedesiyle yayla evinde geçirir. Dere tepe demeden yaz boyu gezen Zefir’in tek umudu ise annesinin gelip onu almasıdır. Annesi bir gün gelir fakat Zefir’i sevindirmeyen bir gerçekle karşılaşırlar.

Karadeniz’in eşsiz manzarası içinde Ordu’da çekimleri yapılan Zefir; aile bağlarını, ölümü, yalnızlığı, anneliği sessiz sedasız irdeleyen bir dramdır. Yönetmen/senarist Belma Baş, aile ortamına yakın çevrede filmi çekmiştir. Zira anneanne ve dede, Belma Baş’ın anne ve babasıdır. Zefir’in yayladaki arkadaşı Memo ise Belma Baş’ın yeğenidir. Mekan olarak seçilen yayladaki ev, Belma Baş’ın anne ve babasının yılın belli bir süresinde kaldıkları evdir. Bu gibi bilgiye ulaştıktan sonra bazı çevreler “Ev ortamını/insanları kullanıp kolaya kaçmış” gibi eleştirilerde bulunuyorlar. İzledikten sonra fark edeceksiniz ki iş hiç o kadar kolay değil. Zira amatör oyuncuları filme ısıtmak, yaşanılan bir evi filme aktarmak, hayatın içindeki o doğallığı ekrana yansıtmak epey çaba gerektiriyor. Karadeniz’in yeşiline hayranlığımız, film için önemli bir avantajdır. Kullanılan renk ve kontrast ayarları ise Zefir’i biraz daha sanat filmine doğru sürüklüyor. Semih Kaplanoğlu’nun sanat danışmanlığı yapması görselliğe ayrı  soluk getiriyor.
Evin dışında renkler ne kadar doğal ve bolca kullanılmışsa, evin içi bir o kadar karanlıktır. Bu karanlık elbette Zefir’in iç dünyasını yansıtıyor. Anne özlemini her dem taze tutan Zefir, annesi geldiğinde dahi onu özlüyor çünkü annesinden beklediği sevgiyi, ilgiyi bulamıyor. Annesi ona yaklaşırken bile mesafelidir. Zefir de annesinden gördüğünü ona yaşatıyor. İkili arasındaki soğukluk, hatta zaman zaman nefrete sürüklenen ilişki filmin sonunda doruk noktasına ulaştırıyor. Bazı sinemaseverler tarafından büyük eleştiri alan son (özellikle kadın seyirciler), film için gerekli miydi? Bence evet. Film 1,5 saat boyunca sizi o sona zaten hazırlıyor. Sadece belki annenin kutsallığına inandığımız için yadırganıyor. Tabuları yıkmak = itaatsizlik ise filmin sonu da gelenek göreneklere, ailenin kutsallığına bir bakıma itaatsizlik olarak algılanabiliyor. Seyirciyi alıştıra alıştıran gelen son ise gayet başarılı, düşündürücüdür. Zefir karakterinin içinde yaşadıklarının taşma noktasıdır.

Karakter detaylandırmalarında Zefir ve anne gayet başarılıdır. Zefir ön plana çıkıyor gibi görünse de annenin ne istediği, ne istemediği, bu hayattaki gayesi ortadadır. Bu istek ve gaye çoğu kişi tarafından “imkansız” görünse de anne tek başına bir birey ve onun da seçim hakkı vardır. Bu seçim doğru mudur, tartışılır. Lakin bir seçimin doğru olup olmadığı insanın seçme hakkını elinden alamaz, almamalı.

Filmde sindiremediğim tek şey süresi ve durağanlığı. Sanat filmi kategorisine giren filmlerde bu durağanlığa alışığız. Karakterlerin düşüncelerini, hareketlerini daha çok yorumlamamıza fırsat veriliyor. Sevdiğim bir yön olduğu su götürmek gerçek. Senaryonun ise 93 dakikaya yayılması gerektiğine pek inanmıyorum. Bu başarılı ve etkili senaryo daha kısa sürede daha çarpıcı şekilde aktarılabilirdi. Uzun metrajlı film olması amacıyla uzatılmış hissi yaratıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...