Lügatıma yeni bir kelime
kazandıran Zefir, 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde en iyi senaryo
ödülünü kazanarak yerli yapımlar arasında (sinema salonlarında olmasa da) ön
plana çıkmıştır. 93 dakikalık dramın yönetmenliğini ve senaristliğini Belma Baş
üstlenmiştir. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmidir. Yapımcılarının içinde Cem
Yılmaz’ın adının geçtiği projenin oyuncu kadrosunda Vahide Gördüm’e amatör
oyuncular eşlik ediyorlar: Şeyma Uzunlar, Sevinç Baş, Fatma Uzunlar, Harun Uzunlar.
Nisan 2011’de gösterime girmişti. Zefir, Batı’dan esen hafif ve ılık rüzgar
demektir.
11 yaşındaki Zefir, yaz tatilini
anneannesi ve dedesiyle yayla evinde geçirir. Dere tepe demeden yaz boyu gezen
Zefir’in tek umudu ise annesinin gelip onu almasıdır. Annesi bir gün gelir
fakat Zefir’i sevindirmeyen bir gerçekle karşılaşırlar.
Karadeniz’in eşsiz manzarası
içinde Ordu’da çekimleri yapılan Zefir; aile bağlarını, ölümü, yalnızlığı,
anneliği sessiz sedasız irdeleyen bir dramdır. Yönetmen/senarist Belma Baş,
aile ortamına yakın çevrede filmi çekmiştir. Zira anneanne ve dede, Belma
Baş’ın anne ve babasıdır. Zefir’in yayladaki arkadaşı Memo ise Belma Baş’ın
yeğenidir. Mekan olarak seçilen yayladaki ev, Belma Baş’ın anne ve babasının
yılın belli bir süresinde kaldıkları evdir. Bu gibi bilgiye ulaştıktan sonra
bazı çevreler “Ev ortamını/insanları kullanıp kolaya kaçmış” gibi eleştirilerde
bulunuyorlar. İzledikten sonra fark edeceksiniz ki iş hiç o kadar kolay değil.
Zira amatör oyuncuları filme ısıtmak, yaşanılan bir evi filme aktarmak, hayatın
içindeki o doğallığı ekrana yansıtmak epey çaba gerektiriyor. Karadeniz’in
yeşiline hayranlığımız, film için önemli bir avantajdır. Kullanılan renk ve
kontrast ayarları ise Zefir’i biraz daha sanat filmine doğru sürüklüyor. Semih
Kaplanoğlu’nun sanat danışmanlığı yapması görselliğe ayrı soluk getiriyor.
Evin dışında renkler ne kadar
doğal ve bolca kullanılmışsa, evin içi bir o kadar karanlıktır. Bu karanlık
elbette Zefir’in iç dünyasını yansıtıyor. Anne özlemini her dem taze tutan
Zefir, annesi geldiğinde dahi onu özlüyor çünkü annesinden beklediği sevgiyi,
ilgiyi bulamıyor. Annesi ona yaklaşırken bile mesafelidir. Zefir de annesinden
gördüğünü ona yaşatıyor. İkili arasındaki soğukluk, hatta zaman zaman nefrete
sürüklenen ilişki filmin sonunda doruk noktasına ulaştırıyor. Bazı
sinemaseverler tarafından büyük eleştiri alan son (özellikle kadın seyirciler),
film için gerekli miydi? Bence evet. Film 1,5 saat boyunca sizi o sona zaten
hazırlıyor. Sadece belki annenin kutsallığına inandığımız için yadırganıyor.
Tabuları yıkmak = itaatsizlik ise filmin sonu da gelenek göreneklere, ailenin
kutsallığına bir bakıma itaatsizlik olarak algılanabiliyor. Seyirciyi alıştıra
alıştıran gelen son ise gayet başarılı, düşündürücüdür. Zefir karakterinin
içinde yaşadıklarının taşma noktasıdır.
Karakter detaylandırmalarında
Zefir ve anne gayet başarılıdır. Zefir ön plana çıkıyor gibi görünse de annenin
ne istediği, ne istemediği, bu hayattaki gayesi ortadadır. Bu istek ve gaye
çoğu kişi tarafından “imkansız” görünse de anne tek başına bir birey ve onun da
seçim hakkı vardır. Bu seçim doğru mudur, tartışılır. Lakin bir seçimin doğru
olup olmadığı insanın seçme hakkını elinden alamaz, almamalı.
Filmde sindiremediğim tek şey
süresi ve durağanlığı. Sanat filmi kategorisine giren filmlerde bu durağanlığa
alışığız. Karakterlerin düşüncelerini, hareketlerini daha çok yorumlamamıza
fırsat veriliyor. Sevdiğim bir yön olduğu su götürmek gerçek. Senaryonun ise 93
dakikaya yayılması gerektiğine pek inanmıyorum. Bu başarılı ve etkili senaryo
daha kısa sürede daha çarpıcı şekilde aktarılabilirdi. Uzun metrajlı film
olması amacıyla uzatılmış hissi yaratıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder