13 Mart 2013 Çarşamba

Beyond the Hills (Tepelerin Ardında) (2012)

Tepelerin Ardında

Oscar peşindeyken seyretmeye fırsat bulamadığım, herkesten övgüler toplayan Tepelerin Ardında, etkileyici hikayesi ve anlatımıyla izlenmesi gereken projeler arasına giriyor. 8 Şubat’ta Türkiye’de gösterime giren dram, Romanya’nın yabancı dildeki en iyi film Oscar temsilcisiydi. 155 dakikalık Fransa, Belçika, Romanya yapımın yönetmenliğini ve senaristliğini Cristian Mungiu üstleniyor. “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” filmini izlediyseniz neden bu filmi önereceğimi de az çok tahmin edersiniz. Baş rolleri Cosmina Stratan, Cristina Flutur, Dana Tapalaga paylaşıyorlar. Hikaye, yaşanmış öykülerden uyarlanmıştır.

Alina ve Voichita yetimhanede beraber büyüyen, türlü zorluklara beraber göğüs germiş iki arkadaştır. Yetimhaneden sonra Alina Almanya’ya gitmiş, Voichita Moldovya’da bir manastıra yerleşmiştir. Alina Almanya’daki yalnızlığa dayanamayıp Voichita’yı ziyarete gider. Amacı onu alıp yeni bir hayata yelken açmaktır. Lakin Voichita manastırdaki hayatından kopmaya pek niyetli değildir.

Hayli iddialı, zor bir öyküye sahipken Oscar’ın görmemezlikten gelmesi beni oldukça şaşırttı. Bir de kendi halimize üzüldüm; nerede “Ateşin Düştüğü Yer”, nerede Tepelerin Ardında? Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye adayı olan, en iyi kadın oyuncu ödüllerini baş rollerdeki Flutur ve Stratanın paylaştığı, en iyi orijinal senaryo ödülünü de kazanan proje, kan dondurucu sona sahip. Özellikle ikinci yarısı seyirciyi koltuğuna kitliyor. Yaşananlar dramdan trajediye dönüyor neredeyse.

Ortada tam adının koyulmadığı, hissetseniz bile göze sokulmayan bir sevgi var. İki kız, yetimhanedeki zor koşullarda birbirlerine tutunmuşlar. Ta ki kalma süreleri bitene kadar. Sonrasında biri özgürlüğe yelken açmış, diğeri de manastıra sığınmış. Yani tamamen zıt dünyalara geçiş yapıyorlar. Tekrar buluşmalarında ise ciddi farklılık ortaya çıkıyor. Voichita artık eskisi gibi değildir, kendini tamamen manastır hayatına bağlamış ve rahip ile rahibelerin görüşleri dışına çıkmayan, kendi düşüncelerini hayata geçiremeyen insan haline gelmiştir. Hayattaki en yakın arkadaşı, dostu, her şeyi olan Alina’nın manastırda dışlanması onu içten içe üzse de bunu dışa yansıtmıyor, kimseye tepki göstermiyor. Onu da manastır hayatına sokmaya çalışıyor çünkü doğru yolun Tanrı sevgisi olduğuna inanıyor. Tepkisizlikten öte Alina’ya yaşatılanlar bir süre sonra sabrı taşırıyor. Cehaletin nerelere kadar uzanacağını görüyoruz. Hani manastırdaki insanların içine girip isyan edesiniz geliyor. Bu noktada gerçekçilik en üst seviyeye çıkıyor. O sahnelerde dram gerilime dönüyor.
Karakter detaylandırmalarında Alina’dan öte Voichita göze çarpıyor. Aslında Voichita da tepkisizlikten öte bir şey yapmıyor. İşte o tepkisizlik sizi karakterden soğutuyor, nefret eder duruma sokuyor. Bu hareketsizlik, vurdumduymazlık, olanlara ses çıkarmayış çileden çıkmanıza yetiyor. Üstelik tüm bunları yaşayan sevdiği tek insan! Alina ezilen ve dışlanan taraf olarak antipati uyandırılmaya çalışılıyor. Lakin Alina’ya kızamıyorsunuz. İstediği şey kötü değil, çabaları da göz ardı edilecek gibi değil. Cannes’da neden ikisinin de ödül aldığını filmi seyrettikten sonra çok iyi anlayacağınıza inanıyorum. Karakterleriyle bütünleşmişler, rol yaptıklarını anlamak hayli zor.

Mekan, dekor, kostüm detayları çok özenilmemiş görünüyor. Zaten ufak kasabada, ağırlığı manastırda geçen bir hikayedir. Beklentinizi üst seviyelere çıkarmaya gerek kalmıyor. Tamamen karamsar renk seçimiyle de öykünün ağırlığı daha artıyor. Manastırda sanki siyahtan başka renk yokmuş gibi geliyor. Alina’nın kot tshirtü ve renkleri neredeyse manastırda frapan sınıfına giriyor. Özensiz görünen bu gibi ufak detaylar hikayeye ayrı renk katıyor.

Filmin tek olumsuz noktası yaklaşık 3 saat sürmesidir. Zor öyküyü bu sürede sabırla izlemek için sinemaseverlik gerekiyor. Üstelik drama göre sürükleyicilik de arka planda kalıyor. İzlemeye karar verirseniz bunu göz önünde bulundurmak lazım!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...