Yapımcılığını Guillermo del Toro
üstlenip, baş rolünde parlayan yıldız Jessica Chastain oynayınca, Mama’yı
izlememek imkansızdı. 18 Ocak’ta Türkiye’de gösterime giren korku gerilimin
yönetmen koltuğunda Andres Muschietti oturuyor. İlk uzun metrajlı projesinde
del Toro’dan destek görmesi bulunmayacak
bir nimet. İspanya ve Kanada yapımın senaryosu, Andres Muschietti’nin aynı adlı
kısa filminden Barbara Muschietti ve Neil Cross’la beraber uyarlanmıştır. 100
dakikalık projenin bütçesi 15 milyon $’ken hasılatı 89 milyon $’ı geçmiştir.
Baş rollerde Jessica Chastain, Nikolaj Coster-Waldau, Megan Charpentier,
Isabelle Nelisse yer alıyorlar.
Babaları ormanda öldürülen küçük
Victoria ve Lilly, vahşi doğanın elinde tek başlarına kalmışlardır. 5 yıl sonra
tesadüf eseri bulunurlar ve yıllardır yeğenlerini arayan amca Lucas’la onun kız
arkadaşı Annabel tarafından mahkeme kararıyla eve alınırlar. Kızların
davranışları neredeyse insanlara hiç benzememektedir. Vahşi yaşamdan normal
koşullara alışmaları ciddi sorun haline gelir. Annabel kızlardaki tek sorunun
bu olmadığını fark eder. Zira evde kızların “Mama” ismini verdikleri bir varlık
hem kızları hem de Lucas-Annabel’i takip etmektedir.
Konuya göz attığınızda klasik
“hayalet” filmi deyip projeyi bir kenara atmamak lazım. Klişe sekanslar göze
çarpsa da Muschietti korku gerilim türüne yakışacak pek çok şeyi filme ekliyor.
Korkuyu artırmak uğruna sıkça kullanılan ucuz numaralara kaçılmıyor. Abartılara
hiç yer vermemiş. Görsel efektlerden öte senaryoyu ve kurguyu öne çıkararak
seyirciyi kendine çekiyor; başarıyor da. Mekan ve dekor seçiminde akılda kalan
duvarlar ve ormanın derinliklerinde bulunan kulübedir. Film bittikten sonra
gözünüzü ister istemez duvarlardan ayıramıyorsunuz. Renk ve kontrast
ayarlarında, gölge kullanımında, kamera açılarında beklenmeyecek şekilde itina
gösterilmiş. Ucuz bütçeli türdeşlerini açık ara geçiyor.
Senaryoda beni en tatmin eden
karakter detayları ve karakterlerin birbirleri arasındaki bağdır. Herhangi bir
dram veya macera filmine kıyasla elbette yeterli değil. Tatminkarlık kendi türü
içinde sınıfı geçiyor. Victoria küçücük yaşta hem büyümek zorunda kalmış hem de
Lily’e annelik etmiştir. “Mama”ya gönülden bağlıdırlar. Bu bağ da çok anlamlı
ve gerçekçi. Sonuçta onları 5 yıl koruyan, korkutarak da olsa seven odur.
“Mama”nın kızların peşini bırakmaması, kimseyle paylaşmak istememesi, anaçlıkla
ilgisi olmayan gotik Annabel’i kıskanması ve zamanla rollerin değişmesine
katlanamaması çok güzel işleniyor. Beni en şaşırtan şey ise etkileyici sonu
oldu. Pek tahmin etmediğim bir sonuçla akılda kalıcılık sağlıyor. Projedeki tek
gereksiz, daha doğrusu belli bir yere koyamadığım karakter kızların
akrabası kadın oldu. Senaryoya dahil olmasaydı da film gayet güzel ilerlerdi.
IMDB’den 65, Rotten Tomatoes’tan
62 almıştır. Çok başarılı filmler listesine girmese de korku gerilim türünde
alışık olmadığımız içeriğe ağırlık vermesi, senaryonun öne çıkması, klişeleri
az kullanması takdiri topluyor. Jessica Chastain’i dram, macera, gerilim gibi
pek çok türde seyretmiş biri olarak korkuya da çok yakıştığını itiraf etmem
gerekiyor. Filmin başlangıcında ne zaman görünecek diye beklerken dikkatli
baktığımda onun Anabell olduğunu anladım. Her haliyle, her saç rengiyle güzel
ve etkileyici. Beni hayal kırıklığına uğratan ise Victoria’nın büyük halini
oynayan Megan Charpentier oldu. Kilit bir rolü üstlenirken performansı yeterli
gelmedi. Gözler Dakota Fanning’in küçüklüğünü arıyor sanırım.
Korkudan ziyade dram önplana çıkıyordu sanki. Üzüldüm cidden, sonunda gözüme yaşlar da geldi yerleşti ne yalan söyleyeyim. ahaha. Ama teyze faktörü cidden gereksizdi, sonra da aldı cevabı zaten gereksiz karakterin gereksiz gidişi ile..... ahaha.
YanıtlaSilKızların hayatı dramdan beter trajedi resmen :) İzlerken o dramı yaşamaktan çok gerildim aslında. O yüzden dram diye de belirtmek istemedim. Teyze konusu malum, hak ettiğini buldu :))
Sil