24 Ekim 2012 Çarşamba

Hayat Var (2008)


Bol ödüllere sahip olmasına rağmen tüm Türk seyircisiyle henüz buluşamayan Reha Erdem’in daha fazla ilgiyi hak ettiğine inanıyorum. Seyretmesi çok kolay filmler sunmadığı aşikar. Kafa yoran, zorlayan, özetle elde patlamış mısırla seyredilmeyen filmlere imza atmayı tercih ediyor. “A ay”, “Kaç Para Kaç”, “Korkuyorum Anne”, “Beş Vakit”, “Kosmos”, “Jin”, “Şarkı Söyleyen Kadınlar” filmlerinin yönetmen ve senaristi Erdem, Hayat Var’ın ayrıca kurgu ve ses tasarımını da üstlenmektedir. 121 dakikalık dramın baş rollerinde Elit İşcan, Erdal Beşikçioğlu, Levent Yılmaz bulunuyorlar. Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan yapımı Mart 2009’da gösterime girmişti.

Ergenliğe yeni adım adan Hayat, yatalak dedesi ve annesinden ayrılan ihmalkar balıkçı babasıyla yaşamaktadır. Bu küçük yaşta hem dedesinin bakımını üstlenir hem de babasının kanun dışı işlerine şahit olur. Annesinin yeni yuvası ve üvey babasına, mahalle bakkalı da eklenerek tam bir çıkmaza girer. Adının aksine hayatın tüm sillesini bu yaşta çekmektedir. Diğer yandan tam da filmin adı gibi hayata umutla bağlanır, cesurdur.

Filmde beni çok şaşırtan iki şey vardı: Anlatım ve ses! Hayat’ın hikayesi o kadar etkileyici anlatılıyor ki, diyalog olmadan bile onun duygularını kendiniz yaşamış gibi hissediyor, onun başına gelenler için empati kurabiliyorsunuz. En uç bölgelere yelken açıyorsunuz: bir yanda felaketler, diğer yanda umut. İkisi tek bir karakterde olamaz, doğaya aykırı gibi görünse de Reha Erdem bu ikiliyi yakalıyor. Hayat söylemeden, göstermeden neler çektiğini hissettiriyor. Ortada ağır bir istismar var. Karakterin büyükleri onu sömürüyor, kullanıyor. Onun istediği ise sadece biraz ilgi ve yaşamadığı çocukluğunu geç de olsa yaşayabilmektir. Tüm bunların yanında içinde umudu taşırken mutlu olmak için gayret göstermiyor. Daha doğrusu mutluluğun ne olduğunu veya nasıl kazanılacağını çevresinde hiç görmediği için hayata tepkisiz kalıyor. Gözünüzün önüne yaşadığınız çocukluğunuz veya çevrenizdeki çocuklar geliyor; halinize şükrediyorsunuz. Hayat’ın bu kadar tepkisiz kalmasına kızıyorsunuz çünkü büyük ihtimalle öyle bir çocukluk yaşamamışsınız. Bir yandan yargılayıp diğer yandan empati kurabilmek bu aşamada biraz güçleşiyor; duygular karışıyor. Annesine, babasına, dedesine ve diğer tüm onu istismar edenlere isyan ediyorsunuz. Üstelik gayet sakin ekrana aktarılırken yapıyorsunuz bunu. Varın başarısını siz düşünün.
Filmde ikinci etkileyen şey ise ses tasarımıdır. Hayat karakteri ne kadar durgun, tepkisizse İstanbul’un sesi, gürültüsü, isyanı bir o kadar fazladır. Tam bir tezatlığın içine dalış yapıyorsunuz. Neredeyse baş rolü Hayat değil, İstanbul oynuyor. Hayat karakterinin yaşadıkları olağan gibi görünürken, İstanbul’un yaşadıkları aksine kaosa sürükleniyor. Sanki Hayat umuda yolculuk yapmak isterken, İstanbul onu sesiyle dizginliyor.

Mekan, dekor, kostüm tasarımları ise bu anlatımı güçlendirecek şekilde destekliyor. Hayat, dede, babanın kaldığı evin harika Boğaz manzarası varken, karakterler o manzarada sıkışmıştır. Umudun içinde mutsuzluk süregelmektedir. Hayat karakterinin kostümleri ise oldukça manidardır. Özellikle kırmızı ve pembe renkleri seçilmiştir. Bir yandan çocukluktan ergenliğe adım atılıyor ve feminenliğini kazanmak istiyor; diğer yandan da küçük kız çocukları gibi canlı renklerde kıyafet giyerek çocukluğunu yaşamak istiyor. Sürülen kırmızı ruj ise tek başına bir karakter yaratıyor. 

Karakter detaylandırmalarında öne çıkan Hayat dışında, dede ve baba da seyirciyi ayrı ayrı düşündürüyor. Ölümle pençeleşen dede, hem ölmek istemiyor hem de onu öldürecek şeylerden kaçmıyor. Baba ise problemlerle dolu iş ve özel hayatında hem kızıyla ilgilenmek istiyor hem de onu kendi kaderine yapayalnız bırakıyor. İkisinde de aslında bir yanda umut, diğer yanda çaresizlik ve boş vermişlik var.

Projenin harika anlatımı pek çok ödülle pekişmiştir: SİYAD en iyi film, yönetmen, görüntü yönetmeni, kurgu ödülleri, Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Tagesspiegel Gazetesi okurlar Jürisi Özel Ödülü, İstanbul Film Festivali FIPRESCI ödülü, Yeşilçam en iyi yönetmen ve genç yetenek ödülü.

1994 İstanbul doğumlu Elit İşcan, ilk kez Reha Erdem’in “Beş Vakit” filminde sinemayla buluşmuştur. Ardından tekrar Reha Erdem’in filminde baş rol oynaması hızlıca çıkışını sağlamıştır. “Beş Vakit” ile umut veren genç kadın oyuncu Altın Koza ödülünü kazanmıştır. Reha Erdem’in iki kez ona bu denli ciddi roller vermesi, geleceği için bir garanti belgesi taşıyor adeta.


2 yorum:

  1. çok sevdiğim bir Reha erdem filmi. blogunda görünce sevindim. anlatımı çok ustalıklı gerçekten
    iyi bayramlar Fatma :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de geç seyrettiğime pişman oldum :) Çok teşekkürler, sana da iyi bayramlar :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...