Bulut Atlası |
Sinemaseverlerin (edebiyatseverler
de dahil) dört gözle beklediği Bulut Atlası nihayet gösterime girdi!
İlk seansına koşarak gittiğim tam 164 dakikalık ABD yapımı, Ekim sonu ve Kasım
başını sarsacak görünüyor. Dram, epik, macera ve gerilim türlerini içeren
projenin yönetmen koltuğunda Andy Wachowski - Lana Wachowski (“The Matrix”, “The Matrix Reloaded”, “The
Matrix Revolutions”, “V for Vendetta”) ve Tom Tykwer (“Run Lola Run”, “Paris, je t’aime”, “Perfume: The Story of a Murderer” oturuyorlar. David Mitchell’in
2004 tarihli aynı adlı eserinden senaryoyu yönetmenler kaleme alıyorlar. Oyuncu
kadrosu en az yönetmenler kadar ilgi çekici: Tom Hanks, Halle Berry, Jim
Broadbent, Hugo Weaving, Jim Sturgessi Doona Bae, Ben Whishaw, James d’rcy, Susan
Sarandon. Filmin bütçesi 102 milyon $ olarak açıklandı. Hasılatı ise ile ilk
günden kar getirecek görünüyor. Bakalım gidişat nasıl olacak?
Filmde tam 6 farklı öykü
anlatılıyor. 1850 yılı Pasifik Okyanusu’nda avukat Adam Ewing, zorlu
bir deniz yolculuğu yaparak eve dönmeye çalışır. 1930lu yıllarda Belçika’da
yaşayan yetenekli fakat beş parasız Robert Frobisher’ın elinde ise Adam Ewing’in
günlüğü vardır. 1975’te Amerika’da yaşayan asi gazeteci Luisa Rey üçüncü
öykünün kahramanı iken, 2012’de yayın evi sahibi Timothy Cavendish borç
eşiğinde arkasından kovalayanlardan kaçmaktadır. Sonmi-451, yakın gelecekte
yaşamaktadır ve android garsondur. Güney Kore'de sisteme karşı gelmektedir. Zachry de medeniyetin çöküşü, ilkel kabilelerin yükselişiyle
karşı karşıyadır. tüm bu hikayeleri birleştiren tek şey zamandır!!
Kitabı okuyanların, yönetmenlerin
projelerini izleyenlerin ve etkileyici oyuncu kadrosunun hayranlarının uzun
süredir peşinde koştuğu bir film olduğu için beklentiler hayli yüksek
görünüyor. Bu şıklardan sadece kitabı okumadığım için beklentimi yukarılarda
tutmayarak fakat merakla sinemaya koştum. Sonuç: Gayet
memnun kaldım. Kafa karıştırıcı, zorlayıcı, uzun olmakla beraber doyurucu
bir görsellik, oyunculuk ve kurgu sunuyor. Tatmin edici 164 dakika geçirttiği
şüphesiz. Tüm bunların yanında akıllardan çıkmayacak kadar başarılı veya
tam aksine yerden yere vurulacak kadar vasat değil. Sevmeyeni çok olacaktır. Sonuçta
zamana yolculuk ve zamanlar arası bağlantı sunuluyor. Bu konulara haşır neşir
olmadıkça sıkıcı, boğucu gelebilir. Ayrıca kitabı okuyanların beklentileri
haliyle benim gibilerden daha fazla olacaktır. Uyarlama başarısı yorumu da
okuyanlara kalmış elbette. Ortada bir gerçek var: Tom Hanks varsa izlenir. Bırakın
“The Da Vinci Code” ve “Angels & Demons” gibi iki vasat projeyi.
Herkesin başına gelir; Tom Hanks’i asla sekteye uğratamaz! Tabi projeye sadece Tom Hanks olarak bakılırsa fazlasıyla haksızlığa uğrar, o ayrı.
Senaryoya ısınma turlarında
mekan, dekor, kostüm detayları oldukça göze çarpıyor. Yıllara göre kullanılan tüm malzemeler, kıyafetler özenle seçilmiş ve
tasarlanmıştır. Kadın oyuncuların erkek
karakteri, erkek oyuncuların da kadın karakterleri oynayabileceği, cinsiyetin
ortadan kaldırıldığı bir filmle karşı karşıyayız. Bu noktada ciddi bir makyaj
çalışması öne çıkıyor. İnsanı şaşırtıyor; ekrana daha yakınlaşmanıza sebep
oluyor. Odaklanmanızı ve merak güdüsünün hiç azalmamasını sağlıyor. Ayrıca
kamera açıları, renk ve kontrast ayarları, görsel teknolojinin tüm nimetleri
ardı arkası kesilmeden ekranda arzı endam ediyor. 6 farklı film yerine tek
filmde bu yoğunluk baş döndürücü gibi düşünülse de oldukça etkileyici bir kurgu
sonucunda ilk baştaki zorluk devamında yerini keyfe bırakıyor. Kitabı okumadığım
için ilk 10 dakika ufak bir “Eyvah!” dedim içimden; sanırım anlayamadan filmi
bitireceğim. Sonrasında kurgunun yardımıyla öyle bir kapıldım ki zamanın
geçtiğini bile fark etmedim. Teknolojinin gelişmesi sinemaya çok şey katıyor
vesselam. Neyse ki sadece görsellikle doyuran bir film değil!
Gelelim en kritik taraflarından
bir diğerine: Senaryo! Yazar, içindeki devrimci ruhunu konunun her bölümüne
bolca serpiştirmiştir. Film bittiğinde aklımda en çok “özgürlük” ve “inanç”
kaldı. 1930lar, 50ler, 70ler, 2012ler, yakın gelecek hiç ama hiç fark etmiyor. Mevcuttaki
dönem düşünülmeksizin sisteme bir baş kaldırış var. İnsanlar özgürlükleri için
ciddi ciddi savaşa giriyorlar. Bu savaş gerek kendi içlerinde, gerek karşı
taraftakilerle olsun, fark etmez. Özgürlük tutkusunun içinde din de sorgulanıyor. Zaten filmin girişi buradan yapılıyor. Sonrasında aralarda tekrar
tekrar hatırlatılıyor. Biraz havada kaldığını düşünsem de özgürlükle beraber inancın sorgulanması diğer bir devrim olarak algılanabilir. Bu arayış tatmin edici mi? Çok değil. Sorgulanan ve en çok kullanılan bir diğer
kelime de “hakikat”. Gerçeğin peşinde koşmak için teknoloji, maddi kaynaklar,
manevi zenginlik fark etmiyor. İnsanların aklını kurcalayıp duruyor. Hatta bu
arayış başka soruları da ayak ucuna kadar getiriyor. Bir hakikat diğerini zincir misali kendine çekiyor. Filmde sevmediğim tek nokta ise bağıra çağıra mesajlar iletilmesidir. Aba altından düşüncelerin ortaya atılması sanki filme daha çok yakışırdı diye inanıyorum. Sonuçta 164 dakika koltuğa oturmayı göze alan insan, elbette iletilmek istenen için kafa yorar. Yönetmen ve senaristlerin ellerine hoparlör almayı tercih etmeleri zaman zaman fazla geldi.
IMDB’den 8.4, Rotten Tomatoes’tan
da 58 almıştır. Rotten Tomatoes bu sefer fazla yanlı davranıyor diye düşünüyorum.
Asla bu puanı hak ettiğine inanmıyorum. Tamam, Wachowskiler çok farklı türlerde
filmlerle karşımıza çıkmadı. Bu filmin türü de çok yabancı gelmedi. Ruhundaki devrimcilik
belli bir tarafta olduğun da ispatlayabilir. Konu çetrefilli, herkesin sabredip sindirebilmesi pek kolay değil. Diğer yandan kendi türü içinde izlenebilir,
başarılı bir projedir. Biraz bu türe inanmak, sorgulamaktan çekinmemek
gerekiyor sanırım. Ne dersiniz?
Oyunculuklara gelince… Tek tek oyuncuları ele almak pek doğru değil. Hepsi birbirinden başarılı ve etkileyici
performans sergiliyor, üstelik farklı zamanlarda. Halle Berry, karakterlerin hakkını veriyor. Gene de “Başka
birisi de olabilir miydi?” demekten kendimi alıkoyamadım. Sırıtmıyor, rahatsız etmiyor fakat doygunluk hissi de yaratmıyor. Tom Hanks’e şapka çıkartılır, önünde eğilir. Ona tarafsız bakmam çok zor
olsa da gerçekten harikalar yaratıyor. Bakışları, mimikleri bile seyretmeye
değen bir insanın projeye bu denli inanıp yaşayarak canlandırması işine olan
aşkını mı gösterir yoksa profesyonelliğini mi?
Bu seneki Oscar Töreni'nde ödül kazanır mı bilinmez. Henüz bunu tahmin etmek için erken görünüyor. Gene de birkaç dalda adaylık kazanacağı şüphesiz. Tahminler ise yönetmen, film, makyaj dallarıdır.
çok güzel olmuş fatma eline sağlık :) beğenmene de sevindim filmi. ya ben izleyemiyorum maalesef gelmedi buraya inanabiliyor musun? :(
YanıtlaSilCloud Atlas yorumumu sen beğendiğine göre tamamdır, çok teşekkür ederim :) Tatildeyken ufak bir kaçamak yapmalısın o zaman bu taraflara doğru :)
Silrica ederim film üzerine okuduğum güzel ve ilginç yazılardandı seninki :) geleceğim ama film için vakit bulamayacağım sanırım. bir de benim için hep tatil biliyorsun ahahha :D
SilAz daha sabır, istediğine kavuşacaksın umarım :)
Silinşallah fatma :)
SilBen nefret ettim Cloud Atlas'tan. ne ummuştum ne buldum :(
SilBeklenti yüksek olduğundan sanırım nefret ettin :( Ben beğendim aslında. Gerçi törenlerde boy göstermemesi de ayrı bir soru işareti yarattı.
Silevet çok kötü film olmasından değil (yine de hiç olmamış) beklentimin tam aksi yönde olmasından daha çok. ben aday olmamasına şaşırmadım bu yıl zaten çok güçlü filmler var sevindim yani :)
SilFragmanlarını izlemiştim.Kaliteli bir yapıma benziyor.
YanıtlaSilCiddi bir emek olduğu kesin. Filmi taşlayan kesim hiç de azımsanamaz. Sade bir senaryo olmadığı için sabır gerektiriyor. Bunu da herkes başaramıyor.
Silfragmanı "KAÇIRMA" diyor..en kısa zamanda:))
YanıtlaSilUmarım beğenirsin :)
Sil