Blue Jasmine |
Eylül 2013’te gösterime az sayıda
salonda girdiği için bir türlü yakalayamadığım Blue Jasmine’ı Oscar adayı
olduktan sonra izleme fırsatı yakaladım. Yönetmenliğini ve senaristliğini Woody
Allen’ın üstlendiği dramın baş rollerinde Cate Blanchett, Alec Baldwin, Sally
Hawkins, Peter Sarsgaard yer alıyorlar. 98 dakikalık ABD yapımının bütçesi 18
milyon $’ken, hasılatı 95 milyon $’a ulaşmıştır.
Jasmine, milyarder kocası Hal sayesinde
herkesin imreneceği kadar ihtişamlı bir hayat sürer. Gün gelir, kocasının
işleri tepe taklak olur ve iflas kapıya dayanır. Ardından Jasmine, San
Francisco’daki üvey kız kardeşinin yanına taşınır. Beş parasızdır ve gidecek
başka yeri yoktur. Üniversiteyi evlenmek için yarıda bırakan Jasmine, iş
bulmakta zorlanır. Hedefi tekrardan o zengin günlerine dönmektir. Ancak aldığı haplar ve alkol ona hiç yardımcı olmaz.
Woody Allen’ın yolu uzun zaman sonra tekrar Amerika’ya düştü. Bize gayet güzel şehirler göstererek (Barcelona,
Londra, Paris, Roma) harika öyküler anlattıktan sonra New York ve San Francisco
ile memleket özlemini bitiriyor. Mekan kullanımı, dekor seçimi karakterlerle
her zamanki gibi dört dörtlük uyuşuyor. Jasmine’nin gösterişli hayatındaki evi,
kostümleri; üvey kız kardeşi Ginger’ın evindeki yoksullukla güçlü bir tezat
yaratıyor. Işığın kullanımı, renk ve kontrast ayarı kurguda etkin rol oynuyor. Jasmine’nin
ceketini omuzlarına alıp yürümesine karşın Ginger’ın saç şekli birbirinden öyle
farklı hava soluduklarını gösteriyor ki iki karaktere de hayran kalmamak imkansız. Allen filmlerinde bu detayları görmek beni cidden mutlu kılıyor.
Filmin türü dram seçilse de Allen’ın
bitmek tükenmek bilmeyen mizahi duygusu 98 dakikanın içinde bolca yer alıyor. Hele
de diğer projelerinden alışıksanız anında gülümsetiyor. Senaryonun kuvveti, dakikalar ilerledikçe karakter sayısının artışıyla doğru orantılı ilerliyor.
Karakter sayısının fazla oluşundan pek haz etmesem de iki kız kardeş üzerinden
anlatılan zengin ve fakir hayatı bu karakterlerle daha netleşiyor. Hayat adaletsiz
midir? Hal’un iş dünyasına bakınca, evet. Ginger’ın kocasının dahi parasını
alıp dolandıran biri için az bile. Ancak zengin de olsa fakir de olsa,
kadın güzel de olsa bakımsız da olsa erkek dilediği gibi onu kullanabiliyor. Woody
Allen, bu konuda hemcinslerini inceden inceye hedef yapıyor. Erkekleri eleştirdiği sahnelerde kadınların çaresizliği seyirciyi üzerken, verdikleri kararlarla ayağa
kalkma çabaları umut veriyor.
Bu seneki Oscar adaylarında
sürekli nevrotik karakterlerle karşılaşmak mümkün. “August: Osage County”deki anne ve kızından; “American Hustle”da Rosalyn’den
sonra Jasmine de bu sınıfa adını yazdırıyor. Tabi onun yaşadıklarından sonra
kim bu hale gelmez ki? İhtişamı en üst seviyede yaşamış, bunla beraber çevresi/kültürü aynı orantıda ilerlemişken paranın tükenmesiyle gerçekle yüzleşip
kursa gitmek uğruna sekreterlik yapma noktasına geliyor. Alkol, haplar, baş
ağrıları, kendi kendine konuşmalar, sinir krizleri arasında son zamanlarda
izlediğim en tesirli karakter çıkıyor ortaya. Aradan zaman geçtikten
sonra tekrar izlememe sebep olacak karakterdir. “Dibe vurmak nedir?” diye
sorulsa, bu aralar kesinlikle “Jasmine” derim!
Tabi karaktere bu denli hayran
kalmama sebep Cate Blanchett’tır. Sarı saçları, dik duruşu, sinir krizindeki
bakışları, jest ve mimikleri o denli etkiliyor ki ekran başında, sanki ilk kez
onu seyretmiş gibi hissettim. Sanki daha önce hayran kalmamış gibiydim. Zengin hayatına
uyan uzun boyu, güzelliği, yüz ifadesi Jasmine için biçilmiş kaftan. Beş
parasız ortada kaldığındaki halinde ise hiç birinden ödün vermeme çabası
Blanchett’in tecrübesiyle izlenirliliği artırıyor.
IMDB’den 7.5, Rotten Tomatoes’tan
91 almıştır. Oscar’da en iyi kadın, yardımcı kadın, özgün senaryo dallarında;
Bafta’da en iyi kadın, yardımcı kadın, senaryo dallarında; Altın Küre’de en iyi
yardımcı kadın dalında adaylıkları vardır. Ayrıca Cate Blanchett en iyi kadın
oyuncu Altın Küre ödülünü kazanmıştır. Dilerim Oscar’da da aynı seçim olur!
Adaylıklardan sadece “Philomena”yı
izlemedim henüz. Meryl Streep’e haksızlık ediyor olabilirim lakin gönlüm Cate
Blanchett’tan yana. Streep evi ödüllerle yeteri kadar doldurmuştur zaten, değil
mi?
Not: Filmin adı birebir Türkçe'ye çevrilse de büyüyü biraz bozuyor sanki...
Renk ayarı buram buram tasvir ediyordu durumun ahvalini, dediğin gibi. Ben Ginger'ı da How I Met Your Mother'ın annesine benzettim nedense, o değil ama değil mi? ahahaha.
YanıtlaSilHer neyse, ikinci darbeden sonra artık zaten tamamen kafa gidiyor ya, kim o hale gelmez cidden? dedirtiyor.
Bakalım, ne yapacak oscar'da?
Yok yahu, How I Met Your Mother'daki anne benle yaşıt zaten gencecik :p Ama çok yaklaştın, the Wolf of Wall Street'te Leonardo Di Caprio'nun karısı How I Met Your Mother'daki anne :)
SilGinger'ı Made in Dagenham filminden hatırlayabilirsin. Eğer izlemediysen mutlaka izle, yazısı var blogta.
Ayrıca Oscar'da mümkünse en iyi kadın Oscar'ını kapsın :)
Yok onu tanıdım orada, buradakini de "kayıp kardeş" olarak addediyorum. ahaha.
SilFilinta gibisiniz nazaaarlar değmesin.
Yok, izlemedim.
ahahaha, bakalım ne olacak artık.
klasik woody allen filmlerinden. bütün adayları izleyemedim daha ama cate şuan yakın gözüküyor kazanmaya
YanıtlaSil