14 Aralık 2013 Cumartesi

Zerre (2012)

Bu seneki Altın Portakal Film Festivali’nde epey bahsi geçen filmlerden Zerre, Nisan ayında gösterime girmişti. 80 dakikalık dramın yönetmen ve senaristi Erdem Tepegöz’dür. Tepegöz, kısa filmlerden sonra ilk uzun metrajlı filmiyle tüm dikkatleri üstüne çekti. Jale Arıkan, Rüçhan Çalışkur, Özay Fecht, Remzi Pamukçu ve Dilay Demirok’un baş rolleri paylaştılar.

Zihinsel özürlü kızı ve annesiyle İstanbul’da ayakta durmaya çalışan Zeynep, işsizlikle mücadele etmektedir. Bulaşıkçılık, konfeksiyonculuk başta olmak üzere her türlü işi kabul etmeye razı olsa da bu şehir pek çok kadını olduğu gibi onu da yutmaya hazırdır. Bir yandan ev sahibi zorlamaktadır. Çareyi Tekirdağ’da çalışmakta bulur. Lakin çalıştığı yerdeki insanlar da kadınlara sabit gözle (!) bakmaktadırlar. Zeynep, para uğruna nereye kadar sabredecektir?

Erdem Tepegöz, ilk uzun metrajlı filminde kadın olmayı baş role koyarak enfes bir konuya değiniyor. Metropolde işsizliği, tek başına çocuk büyütmekle birleştirin, üstüne vasıfsız bir insan olmayı ekleyin, en son da tüm bunları yaşayanın bir kadın olduğunu düşünün. Cümlenin kendisi bile ağırken, Zeynep tüm bu zorluklara göğüs germeye çalışıyor. Neden? Kızı için, geçinmek için, daha fazla nefes alabilmek için. Haftalığı 90 TL'lik tekstil atölyelerinde çalışmak uğruna Tekirdağ’a gitmeyi, en kötü koşullarda uyumayı göze alabiliyor. Her şey bir yana; haftalığı 90 TL’den çalışmak? Üstelik fabrikadaki kadının söylediği daha vahim bir cümle var: Yarısını verseler çalışmayacak mıyız sanki? İşte, seyirci belki de bu yüzden hikayeden etkilendi. Tahmin edilir gibi olsa da bu denli vahametini görmek, içinde değilken imkansızdı. Tabi kadına sadece “et parçası” diye bakan erkekler hikayede en kötü konumu hak ediyorlar. Tüm bunların senaryo değil de gerçek olduğunu bilmek en hüzünlü kısmı. Neyse ki Remzi karakteri var da erkeklerin hepsini kadınları sömüren varlık olarak algılamaktan kurtuluyoruz. Hikaye aslında sömürenle sömürülenler arasına geçiyor. Sömürülenlerin kadın ağırlıkta görünmesi üstünüze bir yük daha koyuyor.
Erdem Tepegöz’ün kamerasında, çok yakın açılar kullanılmadığını görebiliriz. Hani kişisel mesafeyi koruyan bir yanı var sanki. Öykü Zeynep'in karakterinden çok yaşadıklarıyla ilgilidir. O yüzden onun mahremine girmeye gerek yok izlenimi yaratıyor. Her ne kadar Zeynep’in neler yapacağını merakla beklesek de filmde sakin bir hava var. Net ve temiz çekim; başarılı mekan, dekor, kostüm detaylarıyla birleşiyor. Özellikle Zeynep’in ev dekoru hayli dikkat çekici. Kapı kolunun kırılması ve geçici çözümlerle idare edilmesi harika bir metafor yaratıyor. İstanbul’un arka semtlerinde kullandığı, sürekli kafayı yoran sokak sesleri ama evin televizyon harici sessizliği hayli düşündürücüdür. Detaylar üzerine odaklanması hikayeyi zenginleştiriyor.

1965 Türk asıllı Alman oyuncu Jale Arıkan, bu film öncesinde 20’ye yakın projede yer almıştır. Yüzünün Zeynep karakterine çok yakıştığına inanıyorum. Asla umudunu kaybetmemesi gerekirken sakladığı hüzün insanın içini burkuyor. Sanki ekrandan fırlayacak da ona para verecekmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Tabi bu benim vicdan azabım da olabilir. Karaktere çok inandım, gerçekçi geldi. Yılların tiyatro, sinema sanatçısı Rüçhan Çalışkur’un beklenmedik sadelikteki anne rolü ise takdire şayandır. O durgunluğunda bile çok ciddi rol kesiyor. Siz evde TV izlerken nasılsanız, o da öyle. Kızının ve torununun yaşadığı sıkıntıları görüyor. Elden nasihat haricinde bir şey gelmiyor. Kabullenmiş mi desem, kabullenmemiş ama susmaktan başka çaresi mi yok desem, karar veremedim.


Zerre’nin aldığı ödülleri sıralamak gerekirse: Altın Portakal’da en iyi yönetmen, en iyi ilk film, en iyi sanat yönetmeni, SİYAD ödülleri; Malatya Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ve en iyi kurgu ödülleri. İlk filmle bu kadar sesini duyuruyorsa yerli film seyircilerini güzel günler bekliyor demektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...