Jagten - Onur Savaşı |
Cannes Film Festivali’nde adını
duyurduktan sonra gösterime girer girmez sinema salonuna koştuğum Onur Savaşı,
harika bir hikayeyi ele alıyor. Hatta bana “İyi ki öğretmen değilim” bile
dedirtti. Yönetmen koltuğunda oturan Thomas Vinterberg, senaryoyu Tobias
Lindholm’la kaleme almıştır. 115 dakikalık dramın (ki bence gerilim de dahil)
oyuncu kadrosunda Mads Mikkelsen, Alexandra Rapaport, Thomas Bo Larsen yer
alıyorlar. Danimarka yapımı film, 2012’de Toronto Film Festivali’nde seyirciyle
buluşmuştu. 2012 Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü
almıştır. Ayrıca Altın Palmiye için de yarışmıştır. Bu sene Danimarka’nın Oscar
en iyi yabancı film aday adayıdır.
Zorlu boşanma sürecini atlatan
Lucas, bir kreşte iş bulur. Tek hedefi sakin bir hayat yaşayıp oğlunu daha sık
görebilmektir. Kreş ve özel hayatı yolunda ilerlerken bir gün akıl almaz bir
yalan ortalığı sarar. Tüm kasaba bu yalana inanır ve Lucas için kara günler
başlar. Artık büyük bir savaşın içine girmiştir: Adını temizleyecek ve onurunu
geri kazanacaktır. Yalnız bu yalanı ispatlamak neredeyse imkansızdır.
Dramlarda genelde senaryo öne
çıkarken The Hunt filminde yönetmen, senaryo, oyuncular bu öncülüğü paylaşıyorlar.
Ortaya atılan yalan, ardı arkası araştırılmadan bir insanın hayatını nasıl
kaydırabilir? Türkiye’de çok kolay bunu yapmak diye düşünsek de film
Danimarka’da geçiyor. Yani medeniyet bile bazen ön yargının önüne geçemiyor.
Senaryo ince ince işlenip açık bir sona ulaşırken, hikayenin heyecanını her daim
ayakta tutan Vinterberg göz doyuran bir iş çıkarıyor. Vinterberg, Lucas’ın
tamamen masum olduğunu en başta söylüyor. Belki bu yüzden kasaba halkına bu
denli kızabiliyoruz. Eğer yönetmen en başta söylemek yerine sonunda söyleseydi
veya seyirciyi tamamen soru işaretiyle bıraksaydı medeniyetin ortasındaki yobaz
halktan biri gibi düşünebilirdik. Bu seçim içimizi rahatlatırken tarafımızı
Lucas’tan yana kullanıp onun kendini aklamasını diliyoruz. Bir karalama
yüzünden insanın iş, özel, sosyal yaşamı nasıl yerle bir olur derseniz;
Lucas’ın hayatını örnek verebiliriz. Yaşanan tüm trajedi aslında yüksek bir
gerilimi de besliyor. Sonu ne olacak diye merakla beklerken en az Lucas kadar
sinir yıpranması yaşıyorsunuz.
1965 Danimarka doğumlu Mads
Mikkelsen, Lucas karakterini hayli gerçekçi oynuyor. Lucas’ın içine düştüğü
duruma karşı sakinliğini koruması ve bu koruma esnasındaki mimikleri takdire şayandır.
Gözlüğü ve saçıyla oynayarak öfkesini bastırması, en sinirli anında dahi
sinirini hızlıca dışarı kusup tekrar sakinleşmesi ve bunları seyirciye
gerçekmiş gibi yaşatması onun tecrübesini ortaya çıkarıyor. Cannes’dan ödüllü
dönmesi de bunun en güzel ispatıdır. Daha önceden “King Arthur”, “After the
Wedding”, “Cars”, “Casino Royale”, “Valhalla Rising”, “Clash of the Titans”, “The Three Musketeers”, “A Royal Affair” gibi pek çok projede yer
aldı. Klara rolündeki minik Annika Wedderkopp’a ne kadar kızsam da
sevimliliğine diyecek yok. Biblo niyetine koyup seyretmek lazım!
süper bir danimarka filmi. aslında şans eseri gördüm bu yazıyı film jagten diye yaygın the hunt diye aratmamıştım ismini Jagten (The Hunt) yapsan daha iyi olur bence.mikkelsen süperdi hannibal dizisinden de duymuştum adını ama izlemiyorum maalesef diziyi.
YanıtlaSilAfişin altına orijinal adı yazdım önerdiğin gibi. Adayları hayli kuvvetli görünüyor. Hepsini izlemedim henüz ama The Hunt'ın hikayesi çok kuvvetli. Şimdilik gönlüm ondan yana.
Sil