Arada Kalan |
1897 tarihli aynı isimli romandan
günümüz New York hayatına uyarlanan Arada Kalan, tesirli bir konuyu ele alıyor.
Yönetmen koltuğunu Scott McGehee ve David Siegel paylaşıyorlar. Henry James’in
kitabını Nancy Doyne ve Carroll Cartwright senaryoya çevirdiler. 99 dakikalık
ABD yapımının baş rollerinde Alexander Skarsgard, Julianne Moore, Steve Coogan,
Joanna Vanderham, Onata Aprile yer alıyorlar. 6 milyon $ bütçelik dram, 25 Ekim’de Türkiye’de gösterime girecektir.
Maisie, hiç
anlaşamayan çiftin 6 yaşındaki kızlarıdır. Anne baba daha fazla dayanamayıp
boşanmıştır. Baba dadıyla evlenir, anne ise bir barmenle. Maisie, iki ev
arasında ebeveynlerinin ilgisizliğiyle mekik dokur. Bu küçücük
yaşında hayatla başa çıkmak hiç kolay olmayacaktır.
Arada Kalan, gerçekte az
çok görüp duyduğumuz veya televizyonda – sinemada izlediğimiz bilindik ebeveyn
boşanmaları sonrası arada kalan bir çocuğun hayatını anlatmıyor. İçinize öyle işliyor ki, bir yandan 99 dakikanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz; diğer yandan “Tamam, sonu gelsin artık” diyorsunuz. Zira dünyalar tatlısı Maisie’nin
göstermemeye çalıştığı hüzünlü bakışları yüzünden neredeyse anne babanın
boğazına yapışmak istiyorsunuz.
Biraz duygusal başlangıç yapmış
olduğumun farkındayım. Hiç beklemediğim kadar etkili ve yoğun mesaj içerikli
bir proje olarak karşıma çıktı. Hatta kitaptan uyarlandığını filmi
izledikten sonra öğrendim ve okumak için can atıyorum, umarım
bulabilirim. Hikaye üzerinden devam edecek olursam; karakterler çok başarılı
kaleme alınmış. Anne, baba, dadı, üvey baba, küçük Maisie 99 dakikayı yeterli
ölçüde paylaşıyorlar. Bazı karakterleri ne kadar kötülersek de işlenişi dört
dörtlüktür. Zaten onlardan nefret etmemizi de senaristler sağlıyor. Verilen mesaj ise açık ve net: Herkes çocuk sahibi olmak zorunda değil. Eğer bu
yükü kaldırmak size göre değilse (ki bence herkes için zor) bir çocuğun
hayatıyla oynamayın! Özellikle kadınlara dayatılan çocuk sahibi olma görevi
tekrar tekrar düşünülmesi gerekiyor. Türkiye’de bazı ünlü kişilerin çocuk
sahibi olmaya sıcak bakmamasını yadırgamak yerine takdir etmek gerektiğine
inanıyorum. En azından ne istediğini veya istemediğini biliyorlar. Bekar ve
çocuk sahibi olmayan biri olarak beni bile öyle etkiledi ki Maisie’yi
sahiplenmek istedim. Onun ufacık gözleriyle büyüklerin nasıl olduğunu, neler
yapıp hayatlarını mahvettiklerini en saf ve net haliyle görebiliyorsunuz. Maisie'nin o sessizliğinde tüm bu şeyler aklınızı kemirip duruyor.
Yönetmen koltuğunu irdelemek
gerekirse; Scott McGehee ve David Siegel vicdan azabı çektirmeden, duygu
sömürüsü yapmadan hikayeyi en yalın haliyle bize aktarıyorlar. Mekan,
dekor, kostüm detayları türe göre başarılıdır. Kullanılan renkler ve ışık hem
dramı, hem Maisie’nin dünyasını hem de New York’u öne çıkarıyor. Temiz ve net görüntü ise filme odaklanmanızı sağlıyor.
IMDB’den 7.4, Rotten Tomatoes’ten
88 almıştır. Geri bildirimleri genelde olumlu yöndedir. Başarılı bir uyarlama
olduğu şüphesiz. En büyük artılarından biri dramı ağlamaklı hale getirmeden
güzelce sunmasıdır. Diğer bir artısı da oyuncu performanslarıdır. Julianne
Moore’a zaten diyecek söz yok; her daim muhteşem! Üvey baba rolünde, daha
yeni “Disconnect” filminde
seyrettiğim Alexander Skarsgard, baba rolündeki Steve Coogan ve dadı rolündeki
Joanna Vanderham karakterlere öyle can veriyorlar ki Skargard ve Vanderham’ı
yolda görsem sarılabilirim. Özetle film tüm duygularımı ortaya çıkarmayı
başardı. İzlemelisiniz!
Bu arada şarkıları dinlemeye değer!
Yazdıklarından yola çıkarak filmi izlemeye karar verdim. Bakalım beğenecek miyim. Teşekkürler :)
YanıtlaSilDikkate alıp okuduğun için ben teşekkür ederim :-) izledikten sonra yorum bekliyorum, merak ederim.
YanıtlaSil