Lanetli Kan |
Babasının ani ölümüyle annesiyle
baş başa kalan India, cenazede ilk kez gördüğü Charlie amcasıyla tanışır.
Cenaze sonrası annesi ve India’yla aynı evde kalmaya başlayan amca tuhaf ve
gizemli biridir. Babasının kaybıyla zor günler geçiren India, Charlie’nin
varlığıyla hayatında ciddi değişikliklere gebe kalacaktır.
“Oldboy” ile sinema aleminin vazgeçilmez Güney Koreli yönetmeni
haline gelen Park Chan-wook, Amerika siftahını başarılı oyuncu kadrosuyla
yapıyor. Vampir öykülerine sıkça gönderme yapan, gizem dolu etkili bir gerilim
yaşatıyor. Seyrederken Güney Kore yapımı mı Amerika yapımı mı diye düşünmeden
edemiyor insan. Zira renk kullanımı, kamera açıları, senaryodaki metaforlar,
sahne geçişleri Güney Kore esintisi barındırıyor. Amerika yapımı olarak da
kanlı sahneler daha arka planda kalıyor ve manzara/dekor çekimleri daha öne
geçiyor. Mekan, dekor, kostüm detayları gerilime göre hayli ilgi çekici;
üstünde durulduğunu belli ediyor. Evin dekoru, güneş ışığının eve girme açısı,
kullanılan ışığın yoğunluğu, bahçenin gizemli aktarılışı, bodrum katın ruhu
daraltıcak denli karanlık gösterilmesi çok başarılıdır. Evin dışında çok bir
yerin gösterilmemesi de sizi eve hapsediyor ve ayrı bir bunalım yaratıyor.
Zaman zaman içi kasvet basıyıor. India ve annesinin kostümleri kadar
Charlie’nin muntazam kıyafetleri, saçı filme artı puan kazandıran detaylardır.
Senaryoya göz attığımızda ince
ince işlenen bir öyküyle karşılaşıyoruz. Annesiyle hiç anlaşamayan India, tüm
zamanını babasıyla geçiren genç bir kızdır. Babası ölünce evin düzeni bozulur.
Sonuçta annesiyle baş başa kalacaktır. Bu arada tanımadığı amcası, bozulan
düzeni daha da alt üst edecektir. India daha babasının kaybını sindirememişken
amcasının gizemli geçmişi ve India’yla uğraşmaya başlaması kızdaki tedirginliği
artırır. Hatta bu uğraş içinde India kendini keşfetmeye koyulur. Farkında
olmadan masumiyeti bir kenara bırakır. Bu ani değişimler gittikçe sert ve
tutulamaz bir hal alır.
Karakter detaylandırması India,
anne, Charlie amca ve kısıtlı görünen babada çok güzel irdeleniyor. Üstelik 99
dakikaya yedirilmesi heyecanı yüksek seviyede tutuyor. Karakterler üzerindeki
değişimler, geçmişe dönüşlerle daha netlik kazanıyor. Bir genç kızın kendini
keşfetmesi, bir annenin bastırılmış duyguları, geçmişi soru işaretleriyle dolu
bir amcanın yeğenine düşkünlüğü bazen cümlelere bile gerek duyulmadan
anlatılıyor. Bu gibi sahnelerde görsellik elbette herşeyin önüne geçiyor.
Favori iki sahnem India ve amcasının beraber piyano çalışı ve India’nın
annesinin saçını tarayışıdır. Senaryoda tek emin olamadığım konu babanın
gösterilmesidir. Onu tamamen hayalde canlandırmak öyküye derinlik
kazandırabilirdi. Gerçi Dermot Mulroney’i görmek mutlu etti, o ayrı.
Oyuncu kadrosunda Nicole Kidman
adı herkesin önüne geçiyor gibi görünse de öykü içinde yan karakter olmaktan
kurtulamıyor. Üstelik akılda kalıcı bir karakter de değil. Daha doğrusu
performansı unutulmayacak kadar etkili gelmedi. Tabi itiraf etmek gerekir ki
yönetmenin adı dışında seyretmeye iten ikinci şey Kidman’ın adı oldu. Oscar
döneminden bu yana izlediğim üçüncü, toplamda dördüncü Mia Wasikowska filmidir.
Hayli tesirli yeteneği var. Canlandırdığı her yeni karakterde performansını
kuvvetlendiriyor. Şu ana kadar izlediğim projelerinde en beğendiğim bu oldu. Hem
kendini, hem çevresindekileri hem de seyirciyi rahatsız edici tutumu hayli
gerçekçi duruyor. Mimikleri, hareketleri, kostüm ve saçını kullanışı bile
gözden kaçmıyor.
IMDB’den 7.2 alan filme gelen
yorumlar genellikle olumlu yöndedir. Yalnız şunu hatırlatmakta fayda var: Eğer
Güney Kore gerilim filmlerini seviyorsanız ve daha önce Park Chan-wook
projelerinden bir veya daha fazlasını keyifle seyrettiyseniz bu filme sıcak
bakmanız daha yüksek ihtimal. Zira yönetmenin tarzına odaklanmadan film sıkıcı,
yavaş ilerliyor gibi gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder