Acı Reçete |
Tavsiye üzerine ekran başına
geçtiğim, özellikle ikinci yarı itibariyle şok üstüne şok yaşatan, hem
cinslerimden korkutan etkileyici bir Steven Soderbergh projesiyle karşı
karşıyayız. Soderbergh adını “Sex, Lies,
and Videotape”, “Erin Brockovich”,
“Traffic”, “Ocean’s Eleven”, “Solaris”,
“Ocean’s Twelve”, “The Good German”, “Ocean’s Thirteen”, “Contagion”la hayli duyurmuştur. 106 dakikalık ABD yapımının senaryosu ise
Soderbergh’in daha önce de beraber çalıştığı Scott Z. Burns’e aittir. Nisan
2013’te Türkiye’de gösterime giren gerilimin oyuncu kadrosu hayli ilgi çekici:
Rooney Mara, Channing Tatum, Jude Law, Catherine Zeta Jones. 30 milyon $’lık
hasılatına karşılık şimdilik 60 milyon $ hasılatı vardır.
New York’ta lüks içinde yaşayan
Emily ve Martin’in hayatı Martin’in hapse girmesiyle alt üst olur. Borsa
yolsuzluğuna karışan Martin, 4 yıl hapishanede kalır. Tüm mal varlığı elinden
gider. Para ve ihtişamı terk etmek zorunda kalan ve kocasını hapse gönderen
Emily, ağır depresyona girer. Psikologunun önerdiği ilaçlarla ayakta durmaya
çalışan Emily’nin hayatı beklenmedik bir yola sürüklenir!
Bir doktorun hapishane
hastanesinde yaşadığı tecrübeden yola çıkarak kaleme dökülen Acı Reçete,
beklenmedik sürprizler sunuyor. Müzik çalışmalarını Thomas Newman’ın üstlendiği
gerilim, hayli sakin ve duygusal başlıyor. Eşini hapishanede ziyaret eden
Emily, bir yandan eşinin çıkmasını istiyor bir yandan da çıktığında sanki
memnun kalmamış hal takınıyor. Depresyondan kaynaklanan ikilem olduğuna kanaat
getirebiliyorsunuz. Sonrasında öyküye katılan karakterler ilişkiyi bambaşka
olaylara yönlendiriyorlar. İlk yarı hayli hızlı, gerilim dolu, adrenalini üst
seviyede tutarak geçiyor. Doktorların verdiği ilaçların yan etkilerinin bir hastayı
nasıl etkilediğine şahit oluyoruz. İlaç sektörünün arkasında neler döndüğü,
çarşaf misali önümüze seriliyor. İşin içinde sağlık var diye bakarken, sektörün
ticari bir gelir kaynağı olduğunu unutuyoruz. Bu acımasız gerçekler de izlerken
“Cık cık, olacak iş değil!” nidaları savurmamızı tetikliyor. İkinci yarıya
geçildiğindeyse ayrı bir şok yaşayıp işler entrikaya dönüyor. Herkes birbirinin
kuyusunu kazıyor, kim kiminle nerede misali oyunlar oynanıyor. Takibi güç
öyküyü, kurgunun başarısı sayesinde konsantreyi bozmadan izleyebiliyorsunuz.
Karakter sayısı konuya ve türe
göre gayet yeterlidir. Emily baş rolde olsa da ana dört karakter neredeyse
sırayla baş role geçiyor. Emily her biriyle ilişki içindeyken sanki onların öne
çıkmasına izin veriyor; onlar da egolarını savurup duruyor. Bu açıdan karakter
dağılımı, onlara verilen zamanlama çok hoşuma gitti. Emily’nin irdelenişi,
seyirciye aktarılma yolu hemcinslerimden korkmamı sağlayacak kadar tesirlidir. “Düşman
başına!” derler ya, aynen öyle! Scott Z. Burns’ü sadece Emily karakteri için
bile takdir etmek yeterli.
Mekan, dekor, kostüm, makyaj
detayları gerilime göre başarılıdır. Mekanların baskın havası, Emily’nin
dağınık saçları, iki doktorun kıyafetleri bu detaylardan aklımda kalanlardır.
IMDB’den 7.2, Rotten Tomatoes’tan 85 alan filme gelen eleştiriler genellikle
olumlu yöndedir. Soderbergh ve Scott ikilisinin “Salgın”ı seyredenler bu filmle ister istemez yakınlık kuracaklar.
İlaç ve sağlık sektörünü sorgulaması, izleyicinin ilgisini çekiyor. Yöntemi,
kurgusu “klişe” sınıfına sokanlar olsa da ele alınan konu cezbedici. Tabi
ikinci yarı ilk yarıdaki tezini biraz çürütüyor. Bu da sektörün sorgulanmasını
tekrar sorguluyor!
“The Girl with the Dragon Tattoo”nun Lisbeth Salander’i 1985 doğumlu
Rooney Mara, her filmde farklı bir kılığa girmekteki başarısını sürdürüyor. Şu
ana kadarki 12 sinema projesinden 6’sını seyrettim. Her birinde kostüm, makyaj,
karakter olarak hep farklı insanları canlandırdı. Takdir etmemek imkansız.
Emily karakterini tahmin edilenden çok daha iyi sergiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder