Savaşın Gölgesinde |
Savaş sonrası bir dönemi konu
alan Lore, Türkçe’ye Savaşın Gölgesi olarak çevrilmiş. Neyse ki alıştık böyle
şeylere. Türkiye’deki gösterim tarihi belirsiz 109 dakikalık projenin yönetmen
koltuğunda Avustralyalı Cate Shortland oturuyor. Rachel Seiffert’in “The Dark Room” adlı eserinden Robin
Mukherjee ve Cate Shortland senaryo haline getirmişlerdir. Dram, gerilim, savaş
türündeki Avustralya, Almanya, İngiltere yapımın baş rollerinde Saskia
Rosendahl, Kai Malina, Nele Trebs, Ursine Lardi yer alıyorlar. Almanca ve
İngilizce dillerinin kullanıldığı filmin bütçesi 4,3 milyon Euro’dur.
Avustralya’nın bu seneki Oscar adayıydı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Lore
Nazi görüşlü anne ve babasıyla tehlikenin ortasına düşmüştür. Anne ve babası
pek çok evrak yakar ve ülkeden kaçmaya koyulurlar. Anneleri dört küçük kardeşi
Lore’ye emanet eder. Çocuklarına 900 km uzakta yaşayan
babaannenin evine gitmelerini salık verir. Yalnız Almanya’da seyahat hiç de
kolay değildir. 4 kardeşin anne babası olan Lore, bu yolculukta türlü sıkıntılara
girecektir; bir Yahudi ile işbirliği yapacak kadar!
Gücü doruk noktasına kadar
kullanmış bir görüşü savunanların, savaş sonrası yasaklı konuma gelecek kadar
çaresizleşmeleri anlatılıyor. Hani “Ne idik, ne olduk” durumundalar. Nazi
görüşlü anne ve baba çocuklarını korumak adına kaçarlar, belki de teslim olmak
için. 5 tane farklı yaştaki çocuk ise tek başlarına kalmışlardır. Daha savaşın
ne olduğunu bile bilmezken hayatın zorlu koşullarında aç, sefil, biçare ayakta
durmaya çalışırlar. Tek hedef babaannenin evine ulaşmaktır. Yalnız ne araba
vardır, ne tren, ne de başka bir şey. Zaten kaçak durumundalar, göğüslerini
gere gere yolculuk etme lüksleri de yok. Konuyu daha derinleştirmeden filme göz
atmak gerekirse türüne göre başarılı olduğunu belirtebilirim. Mekan, dekor,
kostüm detayları hayli başarılıdır. Savaş filmlerinde tertemiz kıyafetlerden
bıkmış biri olarak, çocukların çektikleri çileye “temiz olamama” eklenince
gerçekçilik en üst seviyeye çıkıyor. Zaten öykü 5 tane çocuğun gözüyle
anlatılıyor. Derin siyasi konulara girilmiş düşüncesine kapılmayın. Her yaştan
insanın savaşa bakışı, algılayışı değişiyor. Bunu görmek de aslında artı puan
kazandırıyor. Kamera açıları, renk ve kontrast ayarları ise hayli başarılı.
Yönetmenin ikinci filmi olmasına rağmen böyle derin bir konuyu görsellikle
birleştirmesi takdir edilmelidir.
Anlatıma gelecek olursak, savaş
sonrası psikolojiyi seyirciye geçirmek adına bir yavaşlık söz konusu.
Konuşmaların yoğunluğu kadar sessizliğin de derinliği ortamı geriyor. Bilinçli
bir tercih olduğu aşikar. Diğer yandan, 109 dakikayı daha uzun hissettiriyor.
Lore’nin beyninden Hitler, Yahudiler sorgulanıyor. Fakat net bir cevap bulmak
da hayli zor. Sonuçta aile bir yanda, yaşadıkları diğer yanda. Bu ikilem ve
sonuca ulaşamama, tarihi de sorguluyor. Savaş filmlerinde zaman zaman karşımıza
çıkan bir tema bu: Hangi savaş, hangi dönem olduğu fark etmez; kim haklı? Neden
bu savaş var oldu?
IMDB’den 7.1 alan projeye gelen
eleştiriler genellikle olumlu yöndedir. Zaten ülkesinin en iyi Oscar adayı
olarak seçmesi filme ayrı bir önem kazandırıyor. Nerede bizim aday, nerede
Avustralya’nın adayı?! İç geçirmemek elde değil. Oyuncu kadrosu ise göz
kamaştırıyor. Lore’nin çocuklukla genç kızlık arasındaki döneme denk gelen
hikayeye, hem çocuk gözüyle hem de erkenden büyümek zorunda kalan birinin
gözüyle bakıyorsunuz. 1993 Almanya doğumlu Saskia Rosendahl güzel bir
performans çıkarıyor. Genç yaşında umut vaat ettiği aşikar. Yan karakterler de
öykünün tüm heyecanını, gerilimini size yansıtıyor.
O yavaşlık beni belli bir süre sonra hayli sıkmıştı. Ayaklarımı çok zor hareket ettirdiğim Atlas sinemasında bu denli durağan bir uzunluk hiç iyi olmamıştı :))
YanıtlaSilÇocukların oyunculuğuna mest olmuştum. O savaşın, o duygunun ne olduğunu bilmedikleri halde bunu seyirciye çok iyi yansıtıyorlardı. Lore' un o iki arada kalmış karışık kafasını yansıtması da keza öyle..
Ellerine sağlık :)
Birebir aynı şeyleri düşünüp hissetmişiz filmi seyrederken :)
SilOkuduğun için ben teşekkür ederim.
Öbür hesaptan yazıp yolladım karışıklık olmasın diyerek kendimi tanıtayım bir önceki yorum bendenize aittir efendim :)
YanıtlaSilTamamdır efendim :)
Silbazı yılın en iyileri listelerinde görüp nedir diye merak etmiştim bu filmi ama daha izleme fırsatım olmadı. biraz abartılıyor mu diye de düşünmüyor değilim :)
YanıtlaSilİzlenesi bir film olduğunu düşünüyorum (yavaşlığına rağmen) lakin yılın en iyilerinden değil bence.
Silbu yıl çok film hayal kırıklığı yarattı, bakalım bu da onlardan biri olacak mı? iyidir umarım :)
YanıtlaSilSen bu sene hiç bir filmi beğenmedin ki!? Bu zor geçer senden bence :)
SilFilmlerin orjinal adlarının türkçeye çevrilmesinde ilk dikkat edilen nokta ticari kaygı.Bu konuyu bende merak etmiş ve bayağı bir karşılaştırma yapmıştım.Daha ilgi çekici adlar konularak filmin gişesi yüksek tutulmaya çalışıyor.Yalnız bunu çok ünlü filmlere yapmaya gerek duymuyorlar.Mesela geçen yıl The Impossible filmini Kıyamet Günü adıyla gösterime soktular ve daha çok ilgi çekti.Tercihen ben de İmkansız filmini değil de Kıyamet Günü'nü tercih ederdim.Bilinçli ve eğitimli bir halkımız olsa bu tür çevirilere gerek kalmadan filmin kadrosuna,ödüllerine bakarak ismi ne olursa olsun gidiliyor zaten. :)
YanıtlaSilGüzel kritik için de teşekkürler,epey merakladım diyebilirim.İzlemem şart oldu. :)
Evet katılıyorum sana. Gene de orijinal halini korumakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bunun için bilinçlenmek lazım da çok yol var önümüzde.
SilOkuyup yorum yazdığın için asıl ben teşekkür ederim :)