20 Nisan 2013 Cumartesi

Lore (2012)


Savaşın Gölgesinde
Savaş sonrası bir dönemi konu alan Lore, Türkçe’ye Savaşın Gölgesi olarak çevrilmiş. Neyse ki alıştık böyle şeylere. Türkiye’deki gösterim tarihi belirsiz 109 dakikalık projenin yönetmen koltuğunda Avustralyalı Cate Shortland oturuyor. Rachel Seiffert’in “The Dark Room” adlı eserinden Robin Mukherjee ve Cate Shortland senaryo haline getirmişlerdir. Dram, gerilim, savaş türündeki Avustralya, Almanya, İngiltere yapımın baş rollerinde Saskia Rosendahl, Kai Malina, Nele Trebs, Ursine Lardi yer alıyorlar. Almanca ve İngilizce dillerinin kullanıldığı filmin bütçesi 4,3 milyon Euro’dur. Avustralya’nın bu seneki Oscar adayıydı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Lore Nazi görüşlü anne ve babasıyla tehlikenin ortasına düşmüştür. Anne ve babası pek çok evrak yakar ve ülkeden kaçmaya koyulurlar. Anneleri dört küçük kardeşi Lore’ye emanet eder. Çocuklarına 900 km uzakta yaşayan babaannenin evine gitmelerini salık verir. Yalnız Almanya’da seyahat hiç de kolay değildir. 4 kardeşin anne babası olan Lore, bu yolculukta türlü sıkıntılara girecektir; bir Yahudi ile işbirliği yapacak kadar!

Gücü doruk noktasına kadar kullanmış bir görüşü savunanların, savaş sonrası yasaklı konuma gelecek kadar çaresizleşmeleri anlatılıyor. Hani “Ne idik, ne olduk” durumundalar. Nazi görüşlü anne ve baba çocuklarını korumak adına kaçarlar, belki de teslim olmak için. 5 tane farklı yaştaki çocuk ise tek başlarına kalmışlardır. Daha savaşın ne olduğunu bile bilmezken hayatın zorlu koşullarında aç, sefil, biçare ayakta durmaya çalışırlar. Tek hedef babaannenin evine ulaşmaktır. Yalnız ne araba vardır, ne tren, ne de başka bir şey. Zaten kaçak durumundalar, göğüslerini gere gere yolculuk etme lüksleri de yok. Konuyu daha derinleştirmeden filme göz atmak gerekirse türüne göre başarılı olduğunu belirtebilirim. Mekan, dekor, kostüm detayları hayli başarılıdır. Savaş filmlerinde tertemiz kıyafetlerden bıkmış biri olarak, çocukların çektikleri çileye “temiz olamama” eklenince gerçekçilik en üst seviyeye çıkıyor. Zaten öykü 5 tane çocuğun gözüyle anlatılıyor. Derin siyasi konulara girilmiş düşüncesine kapılmayın. Her yaştan insanın savaşa bakışı, algılayışı değişiyor. Bunu görmek de aslında artı puan kazandırıyor. Kamera açıları, renk ve kontrast ayarları ise hayli başarılı. Yönetmenin ikinci filmi olmasına rağmen böyle derin bir konuyu görsellikle birleştirmesi takdir edilmelidir.
Anlatıma gelecek olursak, savaş sonrası psikolojiyi seyirciye geçirmek adına bir yavaşlık söz konusu. Konuşmaların yoğunluğu kadar sessizliğin de derinliği ortamı geriyor. Bilinçli bir tercih olduğu aşikar. Diğer yandan, 109 dakikayı daha uzun hissettiriyor. Lore’nin beyninden Hitler, Yahudiler sorgulanıyor. Fakat net bir cevap bulmak da hayli zor. Sonuçta aile bir yanda, yaşadıkları diğer yanda. Bu ikilem ve sonuca ulaşamama, tarihi de sorguluyor. Savaş filmlerinde zaman zaman karşımıza çıkan bir tema bu: Hangi savaş, hangi dönem olduğu fark etmez; kim haklı? Neden bu savaş var oldu?

IMDB’den 7.1 alan projeye gelen eleştiriler genellikle olumlu yöndedir. Zaten ülkesinin en iyi Oscar adayı olarak seçmesi filme ayrı bir önem kazandırıyor. Nerede bizim aday, nerede Avustralya’nın adayı?! İç geçirmemek elde değil. Oyuncu kadrosu ise göz kamaştırıyor. Lore’nin çocuklukla genç kızlık arasındaki döneme denk gelen hikayeye, hem çocuk gözüyle hem de erkenden büyümek zorunda kalan birinin gözüyle bakıyorsunuz. 1993 Almanya doğumlu Saskia Rosendahl güzel bir performans çıkarıyor. Genç yaşında umut vaat ettiği aşikar. Yan karakterler de öykünün tüm heyecanını, gerilimini size yansıtıyor.


10 yorum:

  1. O yavaşlık beni belli bir süre sonra hayli sıkmıştı. Ayaklarımı çok zor hareket ettirdiğim Atlas sinemasında bu denli durağan bir uzunluk hiç iyi olmamıştı :))

    Çocukların oyunculuğuna mest olmuştum. O savaşın, o duygunun ne olduğunu bilmedikleri halde bunu seyirciye çok iyi yansıtıyorlardı. Lore' un o iki arada kalmış karışık kafasını yansıtması da keza öyle..

    Ellerine sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birebir aynı şeyleri düşünüp hissetmişiz filmi seyrederken :)

      Okuduğun için ben teşekkür ederim.

      Sil
  2. Öbür hesaptan yazıp yolladım karışıklık olmasın diyerek kendimi tanıtayım bir önceki yorum bendenize aittir efendim :)

    YanıtlaSil
  3. bazı yılın en iyileri listelerinde görüp nedir diye merak etmiştim bu filmi ama daha izleme fırsatım olmadı. biraz abartılıyor mu diye de düşünmüyor değilim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İzlenesi bir film olduğunu düşünüyorum (yavaşlığına rağmen) lakin yılın en iyilerinden değil bence.

      Sil
  4. bu yıl çok film hayal kırıklığı yarattı, bakalım bu da onlardan biri olacak mı? iyidir umarım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen bu sene hiç bir filmi beğenmedin ki!? Bu zor geçer senden bence :)

      Sil
  5. Filmlerin orjinal adlarının türkçeye çevrilmesinde ilk dikkat edilen nokta ticari kaygı.Bu konuyu bende merak etmiş ve bayağı bir karşılaştırma yapmıştım.Daha ilgi çekici adlar konularak filmin gişesi yüksek tutulmaya çalışıyor.Yalnız bunu çok ünlü filmlere yapmaya gerek duymuyorlar.Mesela geçen yıl The Impossible filmini Kıyamet Günü adıyla gösterime soktular ve daha çok ilgi çekti.Tercihen ben de İmkansız filmini değil de Kıyamet Günü'nü tercih ederdim.Bilinçli ve eğitimli bir halkımız olsa bu tür çevirilere gerek kalmadan filmin kadrosuna,ödüllerine bakarak ismi ne olursa olsun gidiliyor zaten. :)

    Güzel kritik için de teşekkürler,epey merakladım diyebilirim.İzlemem şart oldu. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet katılıyorum sana. Gene de orijinal halini korumakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bunun için bilinçlenmek lazım da çok yol var önümüzde.

      Okuyup yorum yazdığın için asıl ben teşekkür ederim :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...