Savaş Atı |
Oscar adaylıklarıyla seyretmeye teşvik eden Savaş Atı, maalesef Steven Spielberg imzasına yakışacak bir proje olarak karşımıza çıkamıyor. Bunun en önemli nedeni ise seyircinin beklentisini yüksek tutmasıdır. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Steven Spielberg’ün üstlendiği savaş epik türündeki ABD yapımının senaryosunu Michael Morpurgo’nun 1982 tarihli aynı adlı çocuk romanından Richard Curtis ve Lee Hall kaleme alıyorlar. Jeremy Irvine, Emily Watson, Peter Mullan, David Thewlis ve Benedict Cumberbatch oyuncu kadrosunun bel kemiğini oluşturuyorlar. 146 dakikalık projenin bütçesi 66 milyon $ olarak açıklandı. Şimdilik hasılatı ise 126 milyon $ civarındadır. Oscar’ı kazanırsa bunun katlanacağından elbette şüphe yok! Film 3 Şubat’ta Türkiye’de de gösterime girdi. En iyi film, en iyi sanat yönetmeni, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi özgün müzik, en iyi ses kurgusu ve en iyi ses miksajı olmak üzere toplamda tam 6 adaylıkla benim gibi pek çok seyirciyi şaşkına uğratıyor. Her şeye tamam diyebilirim ama en iyi film dalında Oscar kazanırsa Akademi bende büyük bir hayal kırıklığı yaratır; hem de Tilda Swinton’ı aday yapmadığı için bir senede iki kez! Altın Küre ve Bafta adaylıklarını da sayarsak liste uzar gider.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Albert, çok sevdiği atı Joey’i beklenmedik bir ilgi ve şefkatle evcilleştirir. Talihsizlikler sonrası satılan atı, savaşa götürülür. Birbirlerinden ayrılsalar da aralarındaki bağ hiçbir zaman kopamaz. Üstelik tahmin edilemeyen olaylara da şahit olacaklardır.
Böyle bir filmde müziğin katkısını asla göz ardı etmemek gerekiyor. Spielberg ise doğru kişiyle çalışıp projenin daha beğenilir hale gelmesini sağlıyor. Peki kim mi bu adam? John Williams! Müzik çalışmalarını yaptığı filmleri sıralamaya hiç niyetim yok. Bu sefer sadece aldığı ödüllerden bahsedebilirim: “Fiddler on the Roof”, “Jaws”, “Star Wars”, “E.T. Extra- Terrestrial”, “Schindler’s List” ile 5 Oscar ödülü; “Jaws”, “Star Wars”, “The Empire Strikes Back”, “E.T. Extra- Terrestrial”, “Empire of the Sun”, “Schindler’s List”, “Memoirs of a Geisha” ile 7 Bafta ödülü; 4 Altın Küre ve tam 21 tane Grammy ödülü! Bu ödüllerin bir arada bulunduğu yeri görmek bile insanda hayranlık bırakabilir. Toplamda 47 kez Oscar’a aday olduğunu belirtmeye gerek var mı, bilmiyorum. Müzik konusunu bilerek uzun tutuyorum çünkü filmin en büyük artılarından biri gerçekten John Williams’tı. Eğer izlemeye karar verirseniz fark edeceğinizden eminim.
Spielberg hayranlarından olmasam da elimden geldiği kadar takip etmeye çalışırım. Türüne bakıldığında Spielberg ile çok zıt görünmeyen bir filmle karşı karşıyayız. Görsellik ve ses teknolojisine diyecek tek bir söz yok. Gerçekten çok başarılı ve etkileyici! Seyrederken sizi kendine çekiyor. Renk seçimleri ise savaş filmine göre oldukça başarılı görünüyor. Müzikten sonra filmin görselliği beni en tatmin eden ikinci özelliğidir. Seçilen mekanlar, dekorlar, kostüm ve makyaj da elbette Spielberg’e yakışır detaylarla ekrana aktarılıyor. Ortada emek verilen ciddi bir proje olduğu kuşkusuz. Hep bu detaylar zaten filmi 146 dakika boyunca izlemeniz için önemli bir etken oluyor. Kazanmayı bir kenara bırakırsak, Oscar adaylıklarını (en iyi film hariç) hak ediyor. Tabi bir de işin içine senaryo ve kurguyu sokmak lazım. Uyarlama olan senaryoya hiç ısınamadım. Romanı okumadığım için eserle ilgili değil eleştirim; lakin o kadar daldan dala atlıyor ki bazen ipin ucu kopuyor. Toparlamaya ve bağlamaya çalışırken insanın hevesi kaçıyor. Bu kurgudan kaynaklanan bir durum mudur yoksa senaryo gerçekten istenilen gibi kaleme mi alınamadı, karar veremedim. Steven Spielberg’e laf etmeyim diyorum ama ortada kopuk olan anlatım mevcut. Filmi izledikten bir hafta sonra hiçbir etkisinin kalmayacağına inanabilirsiniz; eğer atlara çok düşkün değilseniz! Bu filmden sonra senaryo ve kurgunun önemini tekrardan hatırlamak kaçınılmazdır.
IMDB’den 7.2, Metacritic’ten 72, Rotten Tomatoes’tan ise 77 alan film, genelde olumlu geri dönüşler kazanıyor. Bu puanlara ve notlara ne yazık ki çok katılamasam da (Spielberg hatırına 6.5) filmin duygusallığı ve teknolojiye dayadığı sırtı en öne çıkan artıları olarak görünüyor.
1990 İngiltere doğumlu Jeremy Irvine, Kadir Gecesi mi doğdu demekten kendimi alamıyorum! Steven Spielberg filmi ile sinemaya atılmak nasıl bir şanstır!? Oyunculuğu dokunaklı olsa da bu sadece onun etkin performansından kaynaklandığını düşünmüyorum. Spielberg ortamı o kadar hazırladıktan sonra insanın role kapılması hiç zor olmamalı. Tabi bilinmeyen birinin baş rolde oynaması risk taşırken artı puanı da alıyor. 1967 İngiltere doğumlu Emily Watson’ı anne rolünde oyuncular arasında görmek beni ayrıca mutlu etti. “Breaking the Waves”, “Hilary and Jackie”, “Angela’s Ashes” gibi projelerle Oscar, Altın Küre ve Bafta adaylıkları kazanan oyuncu, Hollywood için her daim gözde olacağından eminim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder