Uşak |
Türkiye’de gecikmeli olarak
(şimdilik 6 Haziran deniyor) gösterime girecek olan Uşak, Oscar döneminde
kuvvetli bir aday olacağı hesaplanırken adından bile bahsedilmemesi
sinemaseverleri biraz şaşırtmıştı. İzledikten sonra hem şaşkınlık devam ediyor hem de gerekçelerle yüzleşebiliyorsunuz. Yönetmenliğini Lee Daniels'ın üstlendiği filmin senaryosunu Wil Haygood'un "A Butler Well Served by This Election" adlı romanından Danny Strong uyarlamıştır. 132 dakikalık dramın oyuncu kadrosu ise izlemeniz için en önemli etken! Forest Whitaker, Oprah Winfrey, Mariah Carey, John Cusack, Jane Fonda, Cuba Gooding Jr., Terrence Howard, Lenny Kravitz, Robin Williams, Melissa Leo, Liev Schreiber, Alan Rickman. ABD yapımı, 30 milyon $ bütçeye karşılık şimdiden 168
milyon $ hasılat elde etmiştir.
Cecil Gaines, köle olan ailesinin
kaderinden bir nebze sıyrılan Beyaz Saray’da görevli siyahi bir uşaktır.
Emekli olana kadar tam 8 ABD başkanıyla çalışmıştır. Bu süre içinde ise
Amerikan tarihinin önemli olayları yaşanmış, ırkçılık hayli göz önüne
çıkmıştır. Siyahi bir uşak ve baba olarak bunlara göğüs germek ve Beyaz
Saray’da nefes almak ise hayli güçtür.
Filmin kilit iki noktası oyuncu
kadrosu ve hikayenin yaşanmışlığıdır. 132 dakika boyunca Amerika’nın
tarihine göz atma imkanı yakalayabiliyorsunuz. Bazı olaylar elbette arka planda
kalıyor. Sonuçta filmdeki hedef siyahilere karşı yapılan ırkçılıktır. Bu
nedenle, tarihte yaşanan her olayın filmde yer almamasını eleştirmek biraz
yersiz geliyor. Diğer yandan, 30 seneyi
içermesi olayları zaman zaman kopuklaştırıyor.
Cecil'in annesine yapılanlarla hayli sert bir girişe sahip olan The Butler, bu keskinliği belirli aralıklarla devam ettiriyor. Cecil'in oğlu Louis'in ve arkadaşlarının yaşadıkları ise ikinci kez kanınızı donduruyor. "12 Years a Slave"de nasıl şok edici sahneler varsa, bu filmde de o etkiyi yakalamak mümkündür.
Yaşanmış bir hikaye olduğu için
karakter detaylandırmalarının başarısını öne sürmek pek doğru görünmüyor. Gene
de kalabalık bir kadro içinde hemen her karaktere yeterince yer veriliyor.
Cecil, özgürlüğü kısmen yakaladıktan sonra geçmişini unutur; daha doğrusu
unutmak zorunda kalır. Baba ile oğlun düşüncelerindeki en büyük fark
çocukluklarıdır. Zira Cecil tarlada köle olarak çalışan bir anne babanın
oğludur. Louis ise babası Beyaz Saray’da çalışan, annesi ise ev hanımı olan bir
çocuktur. Aradaki bu keskin fark onların şimdiki zamana ve geleceğe bakışlarını
belirler. Her iki karakter üzerinden dönemi irdeleyecek olursak, haklı yönler ortaya çıkıyor ve düşünceler tepe taklak oluyor.
Mekan, dekor, kostüm, saç-makyaj
tasarımı göz kamaştırıcıdır. Büyük merakla ABD first ladylerinin ve
Cecil’in eşi Gloria’nın her daim iddialı kıyafetlerini seyrettim. Beyaz
Saray’ın yıllar içinde değişen ve değişmeyen detayları dikkat çekiciydi.
Louis’in saç ve kostümleriyle dönemleri inceleme fırsatı yakalamak ise ayrı bir
heyecandı.
Yönetmen koltuğunu yoklamak
gerekirsek, Lee Daniels tecrübesini gittikçe geliştirdiğini ve sadece Lee
Daniels çekti diye film izleyen sinemaseverlerin sayısını artırdığı aşikar.
Zira “Monster’s Ball”, “Precious”, “The Paperboy” gibi filmler seyirciyi koltuğa çekiyor. Daha önce de
belirttiğim gibi tek sıkıntı hayli uzun bir dönemi 132 dakikaya sığdırmaya
çalışmak!
IMDB’den 7.1, Rotten Tomatoes’tan
72 almıştır. Toplu performansta inanılmaz bir başarı sergiliyor. Bir dakikalık
oyunculuğuyla Mariah Carey dahi harikaydı. Peki, neden Oscar’a aday olamadı? Gayet açık: İddialı bir prodüksiyon yok! Müzik çalışması yeterli
değil. Rodrigo Leao’ya haksızlık etmek istemesem de böyle bir kadro ve öykü
varken müziğin insanı koltuğuna mıhlaması gerekirdi. Diğer yandan, her film Oscar'a koşmak zorunda da değil. Enfes oyunculuk, takdir edilesi bir yaşanmışlık var. Mutlaka seyretmek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder