Diana |
Sadece İngiltere’nin değil tüm
dünyanın sevgilisi olan Lady Diana, Prens Charles’tan ayrıldıktan sonra 1995’te
yeni bir aşka yelken açar. Gözlerden uzak yaşamaya çalışsalar da Dr. Hasnat
Kahn, Diana’yı milyonlarla ve magazinle paylaşmak zorunda kalır. İnişli çıkışlı
ilişkileri 1997 yılına kadar devam eder. Ta ki o güne
kadar!
Ben daha 12 yaşındayken 31 Ağustos’ta bir haber deprem gibi tüm dünyayı sarsmıştı. Sonrasında aylar boyunca Diana’nın etkisini gazetelerden, televizyondan ve annemden dinleyip okumuştum. Yıllar sonra gizli aşkını bir filmden seyretmek bu yüzden beni çok etkiledi. Filmi sinemasever gözüyle hayli başarısız bulsam da Diana’nın hayatına tanıklık etmek güzel. Düşünsenize, bir prenses öleli 16 yıl oluyor ve oğlunun karısı, adından çok Lady Diana’nın gelini olarak anılıyor.
Filmi sinema açısından ele alacak
olursam eksi yönleri hayli öne çıkar. Öncelikle senaryonun vasatlığı rahatsız
ediyor. Diana’nın boşandıktan sonraki ilişkisi üzerinde durulmak istense de
eski kocası, çocukları, kraliyet, magazin fazla geride bırakılmış. Diana’yı
sadece ilişkisiyle anlatmak haksızlık oluyor. Onun istediği “Prenses gibi
davranılmaması” olsa da gerçekleri aktarmamak senaryoyu hayal ürünü gibi
gösteriyor. Film çok sıradan başlıyor ve pat diye konuya giriyor. Siz alışana
kadar Diana zaten aşık oluyor. Hani arkadan atlı kovalıyor mu diye bakası
geliyor insanın. Hirschbiegel gibi tecrübeli bir yönetmenin bu gibi detayları
neden atladığını anlamak hayli güç.
Dr. Hasnat Kahn ve Dodi Fayed
filmde karakter olmaları gerekirken karikatürize olmuşlar. Lady Diana dünya
çapında kendini az çok ifade edebilmiş biri ancak özellikle doktor hayli
olumsuz, huysuz, havadan bakan biri olarak yansıtılıyor. Belki öyledir,
bilmiyorum. Gene de bu denli olumsuzluklarla ortadaki aşkı aşağı çekmeye
çalışmışlar gibi geldi. Ayrıca çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla Diana ve
Dodi Fayed’in ilişkisi laf olsun diye yaşanılacak gibi değildi. Elbette
gerçeklere dayanan şeyler vardır. Ancak bir aşkı yükseltmeye çalışırken
diğerini al aşağı etmeye çalışmışlar ve ikisini de birbirinden kötü hale
getirmişler. Sonuç olarak 36 yaşında hiç mutlu olamadan ölen talihsiz bir kadın
ortaya çıkmış.
IMDB’den 5.3, Rotten Tomatoes’tan
8 (100 üzerinden!) almıştır. Geri bildirimlerin neredeyse hepsi eleştiri
yönündedir. Bunun en büyük sebepleri ise senaryo ve oyuncular. Naomi Watts’ı seven biri
olmama rağmen, Diana’yı karikatürize ettiği için itici buldum. Yüzü, bakışları,
ten rengi uyumlu olması onu canlandırmaya yetmemiş. Aylarca diksiyon dersi
alması, onu okuması ve izlemesi sanki yetersiz geldi. Daha çok fotoğraflardan
hatırladığım o zarafet, ekranda yoktu. Aynı şey Dr. Hasnat’ı oynayan Naveen
Andrews için de geçerli. Film bittikten sonra niye Naveen Andrews’i seçmişler
diye Dr. Hasnat’ı internette araştırdım. Hani fiziksel bir benzerlik yakalarım umuduyla.. Lakin neredeyse hiç alakası yok. Ne o aşkı hissettirdi ne
de fiziksel benzerliği. Peki, neden böyle bir kadro kuruldu?
Diana’nın yaşamının bir parçasına
tanık olmak isterseniz mutlaka seyredin. Ancak sinema açısından beklentinizi
hayli düşürmeniz gerekiyor!
Ben de yakın zamanda bu filmin yorumunu yazdım.
YanıtlaSilPek çok konuda benzer düşünüyorum. Son derece yavan ve tatsız buldum.
Farklı düşündüğüm tek yön, ben Naomi Watts'ı bu rolde oldukça başarılı buldum. Gerek aksanı gerek mimikleri oldukça başarılıydı.
Sevgiler
Sanırım Diana, çocukluğumda kalan bir asilzadeydi. Onun mutsuz yönünü görmek beni mutlu etmedi. Naomi ona göre daha tıknaz kaldı diye düşünüyorum. Boyun hareketleri, duruşu çok sabit geldi.
Sil